İslam peygamberine hakaret eden ve kabul edelim zekâ ve estetikten zerre nasibini almamış dandik bir film nasıl birçok ülkede binlerce kişiyi sokaklara döküp insanların ölümüne sebep olabiliyor?
Bu durum senelerdir diktatörlerin elinde kıstırılmış ve uluslararası camia tarafından haksızlığa uğradığını düşünen insanların en ufak bahaneyle şiddete başvurmasıyla izah edilebilir mi?
Peki, İslam’ın ‘özünde’ tahammülsüz bir din olduğu ve bu sebeple Müslümanların çoğulcu, demokratik bir toplum kurmalarının imkânsız olduğu söylenebilir mi?
İki yaklaşıma da katılmak güç gözüküyor. Birincisi Müslümanları ‘çocuklaştıran’ bir bakış açısı. İkincisi ise zaten ırkçılık sınırında ‘özcü’ bir yaklaşım.
Arap Baharı karşımıza basit bir denklem çıkarmış gibi görünebilir. Zalim diktatörlere karşı ayaklanan halklar. Taraf tutmanın en kolay olduğu bir çatışma. Kim zalim bir diktatörün yanında olmak ister ki! İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi açıkça ‘insanın zorbalık ve baskıya karşı son çare olarak başkaldırmak zorunda kalmaması için insan haklarının hukukun egemenliğiyle korunmasının’ öneminin altını çizmekte değil mi?
Öte yandan Ortadoğu diktatörlerinin modernizmin bütün kötülüklerini temsil ettiğini ve onların karşısındaki hareketlerin yanılmaz bir haklılığa sahip olduğunu savunmak ne derece doğru bir tespit?
İran İslam Devrimi öncesinde 1978 senesinde İtalyan gazetesi Corriere della Sera için ünlü Fransız düşünür Michel Foucault İran’a gidip izlenimlerini yazmıştı. Siayasal İslam’da Avrupa rasyonalizmine bir cevap arayan ve İran devrimini destekleyen Foucault, ‘İranlılar ne istiyor’ başlıklı makalesini şöyle bitirmişti:
“Bu topraklarda yaşayan insanlar için, kendi hayatları pahasına ulaşmaya çalıştıkları bizim Rönesans’tan ve Hıristiyanlığın büyük krizinden bu yana unuttuğumuz bir ihtimal, bir siyasi ruhanilik. Şimdiden Fransızların güldüklerini duyabiliyorum, ancak yanıldıklarını biliyorum.”
Sonunda kimin yanıldığını söylemek güç değil mi? Foucault bir halkın baskıcı bir diktatöre karşı isyanını mı kavrayıp desteklemişti yoksa Batı’ya aradığı cevapların peşinde Doğulu halkları 19. yüzyıl Fransız düşünürleri gibi ‘iyi vahşi’ olarak görüp oryantalizmin tuzağına mı düşmüştü?
Batı’da İslamofobi, ırkçı ve yabancı düşmanı bir anlayış olarak beliriyor. Doğu’da kolay kışkıran kitlelerin İslam’ı yorumlama şekilleri de başka bir cendere.
Velhasıl hızlı ve kestirme cevaplardan çok, sorular üzerine düşünmemizde fayda olabilir.
Diktatörlere diktatör oldukları için mi yoksa milli çıkarlar ya da kendi hesaplaşamadığımız siyasi ve sosyal sorunlarımızın günahını yüklemek için mi karşıyız?
Direnen halklara zalime karşı direndikleri için mi yoksa kendi fantezilerimizi üzerlerinden sağladığımız için mi destek oluyoruz?
Benim net bir cevabım yok, sizin var mı?