Olaylar şöyle gelişti: Önce Odatv basıldı. Odatv’nin bilgisayarlarında Ahmet Şık’ın kitabının bir kopyası ile Ahmet Şık’a bu kitabı yazması için talimat verildiğini ima eden bir belge çıktı. Şık’ın Odatv’de bulunan kitabının kopyasının üzerinde bazı notlar vardı. Bu notların Şık’ın Ergenekon örgütünün talimatıyla kitabı kaleme aldığını gösterdiği söylendi.
Çünkü Odatv bilgisayarlarında ‘Ulusal Medya 2010’ adında bir başka belge daha bulunmuştu. Bu belgede “Medya gücünü etkin bir şekilde kullanan AKP ve cemaate karşı ulusal medya topyekûn harekete geçirilmeli ve komploları boşa çıkaracak propaganda ve kara propaganda unsurları etkili bir şekilde kullanılmalıdır” denmekteydi.
Yani Şık’ın kitabı, üzerinde bazı notlarla, içinde ‘Ulusal Medya 2010’ belgesinin de bulunduğu bilgisayarda çıktığına göre kitabın amacı cemaate karşı ‘kara propaganda unsurlarının etkili bir şekilde kullanılması’dır diye düşünüldü. Odatv, belgelerin kendi bilgisayarlarına bir virüs ile yollandığını öne sürdü. 

Sorguda ne soruldu?
Ahmet Şık’a savcılıktaki sorgusunda kitabının Odatv bilgisayarlarında bulunması ve kitabın üzerindeki notlar soruldu. Ancak sorguda sadece kitapta yer alan üç not sorulmuştu. Ahmet Şık da buna “Bu notlar kendi kendime çalışırken benim kendime sorduğum sorulardan oluşmaktadır. Ya da konusu kitabın içerisinde geçecek ayrıntılardan oluşmaktadır” diye cevap verdi. Kitabının neden Odatv’nin bilgisayarlarından çıktığını bilmediğini söyledikten sonra savcılıktan bunu aydınlatmasını istedi. Bu arada hatırlatalım, bir savcının görevi, aleyhte olduğu kadar lehte olan delilleri de toplamaktır.
Neyse lafı uzatmayayım, Şık tutuklandı. Daha sonra basına, polisin Şık’ın ve Odatv’nin bilgisayarlarında bulduğu kitap taslaklarını karşılaştırmalı olarak inceleyen raporu sızdı. Raporda, savcılıkta Şık’a sorulan üç not haricinde kitap üzerinde birçok not alındığı görülüyordu. Notların üslubuna bakıldığında bunların bir kısmının Ahmet Şık’a ait olmadığı da belli oluyordu. Şık’a bu yeni notlar sorulmadı.
Yani Şık, sadece savcılıkta sorulan üç notun kendisine ait olduğunu söylemekteydi. Buna rağmen Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu, Şık’ın tüm notları kendisinin tuttuğunu söylediğini ileri sürdü: “Kitabın üzerindeki notlardan apaçık bir şekilde Ahmet Şık tarafından alınmadığı görüldüğü halde Şık neden ısrarla o notları kendisinin tuttuğunu ifade ediyor? Bu, soruşturmacılarda büyük kuşku oluşturuyor.” 

Şık’ın cevabı
Şık’ın Express dergisinde bir röportajı yayımlandı. Şık durumu şöyle izah ediyor: “Savcılıkta bana ‘Bu notlar sana mı ait’ diye sorularak sadece iki-üç cümle okundu. Onlar aynen benim notlarımdı. Bana başka not okunmadı. Bana okunmayan bir şeyi sahiplenmemin mümkün olmadığı ortada. Bilgim ve rızam dışında Odatv’ye gönderilen ya da oradaki bilgisayara ‘konulan’ nüshada yer alan notlar savcı ya da hâkim tarafından bana sorulmadı.
Bunları şimdi, tutuklanmamdan üç hafta sonra gazetelerde görüyorum. Savcılıkta bunlar bana sorulsaydı vereceğim cevabı şimdi size veriyorum: O notlar haber kaynaklarımdan birinin, bana aktardığı bilgileri çek etmesi için kendisine verdiğim nüsha üzerine aldığı notlardır. Bir röportajın muhabir tarafından muhatabına kontrol ettirilmesinden hiçbir farkı yoktur.
Kitabımın taslağı üzerinden bana metnin ilgili bölümüne işlenerek gönderilen görüş ve önerilere tümüyle kitapta yer vereceğimi nasıl söyleyebilirler? Not olarak gönderilmiş öneriler ve görüşleri zaten kabul etmem, benimsemem mümkün değildi. Ama tarih yanlışları vb. maddi hataları, hakaret teşkil edebilecek kısımları düzeltecektim. Demin de söyledim, yineleyeceğim: Bu notlardan sadece kitabın dokusuna, yani gazetecilik faaliyetime uygun olanları dikkate aldım, kişisel görüş içeren notları ise kullanmadım.”
Bu durumda kim kara propaganda yapıyor diye sormak hatalı olur mu? Ya da Polis Akademisi mezunu Emre Uslu, polis inceleme raporunu okuduktan sonra savcılık sorgusu tutanağını neden okuyamadı?
Bilen var mı?