İşte Bunu Durdurmak İstemiştik”. 20 Aralık 2000 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki yazımın başlığı böyleydi:
32 insanın öldürülmesiyle ve yüzlerce tutuklunun yaralanmasıyla sonuçlanan 20 cezaevine yönelik operasyonu durdurabilmek için çok çabaladık. Tabii katliam orada kalmadı, cezaevlerinde ölümler bu operasyonun bir parçası olarak daha sonra da devam etti. Şimdi jandarma belgeleriyle ortaya çıktı ki biz sorunu çözmek amacıyla görüşmeler yaparken devletin içindeki bazı güçler bu operasyona hazırlanıyorlarmış.
O geceyi nasıl yaşadığımı yazımdan aktarmak istiyorum: “Önceki gece yarısı saat 05.00’te telefon uzun uzun çaldı... Birkaç gündür bütün yolların tıkandığını hissediyor ve çaresiz bir bekleme içine girildiğini görüyordum. Yine de müdahale dışı bir yol bulunabilir düşüncesiyle iyimser bir ruh hali içindeydim. Bu iyi niyetli iyimserliğin ne kadar boş olduğu ortaya çıktı.”
20 Aralık günü operasyonun vahşeti kadar medyanın haberciliği de ürkütücüydü. En çok satan gazetemiz “Devlet girdi” manşetiyle çıkmıştı. Bir başka gazete, 17 kişi kendini yakarak öldürdü diye yazmıştı. “Teröristler silahlarla birbirlerini öldürdüler” diyen o kadar çok gazete ve gazeteci vardı ki... Gazeteleri taradığınızda mesleki sorumsuzluğun zirvesine ulaştığını görüyordunuz.
Bir grup gazeteci ise bu manzara karşısında çaresizlik içinde kıvranıyor, gerçeğin en azından bir kısmını topluma iletebilmenin yollarını arıyorduk. Böyle zamanlarda ne yazık ki medya hep sınıfta kalırdı; bu kez de öyle oldu.
Cezaevinde yaptığımız görüşmelerden birinin ardından, gazeteciler ne konuşulduğunu sorduğunda, söze “İçerdeki arkadaşlar” diye başlamışım. Ertesi gün ‘malum’ genel yayın müdürü, sorunu çözmeye çalışan bizleri hedef alan ve hedef gösteren yazısı için benim bu sözlerimi kullandı. Yazının başlığı ‘İçerdeki Arkadaş’tı. Merak edenler arşive girip okuyabilirler. 

Operasyondan birkaç gün önce
Operasyondan birkaç gün önce Bayrampaşa Cezaevi’ndeydik, tutuklu ve mahkûmların temsilcileriyle son konuşmaları yapıyorduk. Uzlaşma sağlanamadı. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’le yaptığımız sayısız görüşmeden, bir operasyonun gündeme geleceğini hissediyor ve bunu önlemeye çalışıyorduk.
Sami Türk, bir görüşmemiz sırasında, “Devlet içindeki bazı güçler operasyon yapmak istiyorlar ve sıkıştırıyorlar, bunun önüne geçebilmemiz için bir uzlaşma sağlamalıyız” demişti. Sonradan ortaya çıktı ki, Hikmet Sami Türk de bu operasyonun eninde sonunda olacağına inanmış ki “Ben 200 kişi ölür diye bekliyordum, öyle olmadı” diyecekti. 

Devlet bunun hesabını nasıl verecek?
Operasyondan birkaç gün önce kadınlar koğuşuna gitmiş ve çözüm için onların devreye girmesini istemiştim. Kadınların sözcüsü Nilüfer Alcan’la sanki bir felakete doğru gittiğimizi fark ederek vedalaşmıştık. Nilüfer, saldırı sırasında atılan kimyasal maddelerden yanarak yaşamını yitirdi.
Jandarma Genel Komutanlığı’nın 11 yıl gizleyip sonra da ‘tesadüfen’ bulduğunu söylediği yeni belgeler, aralık ayı boyunca süren bütün ‘uzlaşma’ görüşmelerinin bir aldatmaca olduğunu gözler önüne seriyor. Milyonların gözü önünde bir sahte senaryo ile insanlar yanıltıldı.
Bu kadar çok insanın yaşamını yitirmesine, sakat kalmasına, ortalığın yakılıp yıkılmasına neden olan sorumlular, acaba neden hâlâ kanun önünde hesap vermiyorlar?
Böyle adalet, böyle hukuk devleti olur mu?