Kürt sorununda kartların yeniden karıldığına dair ciddi göstergeler var. Alışılmadık şeyler oluyor. Manzara biraz kaotik. Sarkaç; şiddet ile siyaset arasında hızla gidip geliyor.

CHP’nin parlamentoyu devreye sokma girişimi, Leyla Zana’nın çıkışı ve ardından Başbakan Erdoğan’la görüşmesi, görüşmeden sonra verilen mesajlar, siyasal çözüm umutlarını yeniden canlandırdı, güçlendirdi. Buna karşılık, PKK’nın Dağlıca saldırısı, Bahoz Erdal’ın saldırıyla eşzamanlı açıklamaları ve Duran Kalkan’ın geçen günkü sözleri ise, şiddet girdabının daha da amansızlaşacağına işaret ediyor. KCK operasyonlarının devam etmesi ve açılmış davalardaki trajikomik olaylar da, siyasal alanı işler kılma çabalarının önünde bir engel olarak duruyor.

Bu gelişmeler; hem devletin, hem de Kürt hareketinin “şiddet” seçeneğini elden bırakmak istemediğini gösteriyor ki, bu yeni veya alışılmadık bir durum değil. Siyasal çözüm arayışlarının en yoğun olduğu, iki taraf arasında birebir ve doğrudan görüşmelerin gerçekleştiği zamanlarda bile, tarafların bir eli masada diğeri ise silahtaydı adeta. KCK operasyonları, devletin elinin altında tuttuğu silahı kınından çıkarmasına en bariz örnekti. Silvan saldırısı da, PKK’nin silahla kurduğu varoluşsal ilişkinin neredeyse kaçınılmaz bir tezahürüydü.

Silahın zihinlerde böylesine güçlü bir yere sahip olmasının başlıca sebebi, tarafların birbirlerine ve kendilerine güvenmemeleridir. Hükümet; bir yandan, PKK’nin, görüşmeleri fırsat bilerek askeri ve siyasi gücünü tahkim edeceğinden ve kritik bir dönemeçte kendisini çok zora sokacak eylemler yapacağından şüpheleniyor. Mesela KCK operasyonları, bu şüphenin veya korkunun ürünüdür.

Diğer yandan, PKK’yle varılacak bir anlaşma temelinde icraat yapmanın siyasi bedeli de hükümeti ürkütüyor. Bu nedenle, PKK’yi etkisiz kılarak veya devre dışı bırakarak “çözüm” yönünde adım atma fikrini terk etmiyor. Askeri ve adli operasyonlar yanında, PKK’ye alternatif Kürt aktörler yaratma niyetini dışa vuran siyasi manevraların kaynağında bu faktör yatıyor.

PKK ise, müzakere görüntüsü altında hükümet/devlet tarafından tuzağa düşürülmekten ve tasfiye edilmekten korkuyor. Bu korku, PKK’nin siyaset üretme yeteneğini köreltecek dereceye varabiliyor. Korkusunu haklı çıkaracak sinyaller aldığında, neredeyse bir refleks olarak silaha davranıyor. Bu da, PKK’nin siyasal hamlelerle sonuç alabileceği konusunda kendine fazla güvenmediğini gösteriyor. Bu güvensizlik, en önemli yansımasını, Kürt coğrafyasında ve siyasetinde belirleyici aktör olma hedefine silahsız ulaşamayacağına dair inançta buluyor.

Bu korku ve kaygıların her iki taraf açısından da tümüyle temelsiz olduğu söylenemez. Sorunun kendisi zaten zor. Yıllardır uygulanan politikalarla daha da zor hale geldi. Tarihsel birikim, siyasette güveni değil, tam aksini besliyor. Her korku, yeni bir korkuyu doğuruyor. Tam Fassbinder filmlerinin isimleri gibi: Korku Ruhları Kemirir, Korkudan Korkmak...

Bu kısır döngünün kırılabilmesi için, doğrudan taraf pozisyonundakilerden başka aktörlerin devreye girmesi gerekiyor. Taraflar baş başa kaldıkça, korkular ve güvensizlik döngüsü devam eder.

İşte CHP’nin girişimi ve Leyla Zana’nın çıkışı, tarafların tek başlarına alamayacakları riskleri hafifletme potansiyeli taşıdığı için çok önemlidir.

Şayet CHP yönetimi, kendi içinden pompalanan korkuları aşıp yaptığı hamleyi ileriye götürebilirse, AKP’yi daha fazla siyasi risk almaya mecbur edebilir.

Aynı şekilde, Zana’nın girişimi, PKK ve BDP yönetimlerini yapıcı/pozitif siyaset izleme ve daha fazla sorumluluk üstlenme yönünde cesaretlendirebilir.

Böylece siyasal alan, başka aktörlerin daha aktif hale gelmesiyle, gerçek bir müzakere süreci şeklinde işleyebilir ve demokratik yollarla çözüm arayışları istikrar kazanabilir.

İşlerin bu yönde gelişmesini engelleyebilecek, sonuçta çözümsüzlüğü kronik hale getirebilecek ihtimalleri şöyle özetleyebilirim:

1) AKP’nin, Zana’nın girişimini Kürt hareketinin kurumsal yapısını devre dışı bırakma fırsatı olarak görmesi. Daha açık söylemek gerekirse, AKP’nin Zana gibi itibarlı şahsiyetleri, BDP’nin yerine geçirmeye, zaten operasyonlarla “içini boşaltarak” etkisizleştirmeye çalıştığı BDP’yi bu yolla bir de itibarsızlaştırmaya niyetlenmesi.

PKK yönetimindeki ayrılıkların, örgüt içindeki siyasi çözüm arayışlarını ve yasal alandaki siyasi özne olma çabalarını baltalayacak noktaya gelmesi.

PKK’de “şahin ve güvercin kanatlar” bulunduğu çok söylendi. Ancak PKK yöneticileri bu iddiaları hep yalanladılar, kamuoyu önünde birbirleriyle çelişme havası verecek söz ve davranışlardan kaçındılar. Ancak önce Bahoz Erdal’ın, ardından Duran Kalkan’ın, hem Murat Karayılan’ın söylediklerinin neredeyse zıddı açıklamalar yapmaları, hem de Leyla Zana’nın girişimini sert bir dille olumsuzlayan sözler sarf etmeleri, PKK içindeki ayrılığın artık gizlenebilir olmaktan çıktığını gösteriyor. Bu durum “alışılmadık” bir şeydir ve siyasal çözüm açısından ciddi sıkıntılar yaratabilir. Tam bu noktada Öcalan’ın rolünü yeniden değerlendirmek gerekir. Ancak o cenahta da bir sürü belirsizlik var. 

Başta da dediğim gibi, ortada  kaosa benzer bir manzara var. Lakin bunu ille de korkulacak bir hal olarak görmek gerekmiyor. Belki de, durulma öncesi son büyük dalgalanmaları yaşıyoruz...

Bu konu, daha çok söz kaldırır, devam edeceğim...