Geçen gün gazetelerde “Kürtçe park isimlerine iptal” başlığıyla bir haber yer aldı. Haberin giriş cümlesi, birçok gazete ve internet sitesinde aynıydı: “Diyarbakır merkez Kayapınar ilçesinde Belediye Meclisi’nce Kültür Merkezi’ne verilen Kürt şair ’Cegerxwîn’ adı ile 19 parka verilen Kürtçe isimler idare mahkemesi tarafından iptal edildi.”

İptal kararıyla sonuçlanan davayı kaymakamlık açmış. Kaymakamlık, bu yetkiyi 5393 sayılı Belediye Kanunu’ndan alıyor.

Davaya bakan Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi, iptal kararını, 31 Temmuz 2006 tarihli “Adres ve Numaralamaya İlişkin Yönetmelik”in 24. maddesine dayandırmış. Bu maddeye göre, “...mahalle, sokak, cadde, bulvar, meydan ve benzeri yerlerin adları, anayasanın temel ilkelerine, yürürlükteki mevzuata, genel ahlaka aykırı, ayrımcılığa ve bölücülüğe yol açabilecek nitelikte tespit edilemez...”

İptal edilen park isimleri ise şunlar: Zembilfiroş, 33 Kurşun, Derwişî Ewdî, Nefel, Daraşîn, Bêzar, Ciwan, Sosin, Jiyanan Azad, Aşîti, Yek Gûlan, Beybun, Şilan, Roşna, Rojbîn, Rojda, Berfin, Gülistan ve Roşan.

Kaymakamlık ve mahkeme, belli ki parklara Kürtçe isim konmasını “ayrımcılığa ve bölücülüğe yol açabilecek” bir karar, bir eylem olarak görüyor. Cegerxwîn gibi Kürtler için sembol niteliği taşıyan kişilerin onurlandırılmasına ve “33Kurşun” gibi Kürtlere yönelik zulümlerin unutturulmamasına yönelik girişimleri de aynı çerçevede değerlendiriyor.

İsimler ve isimlendirme meselesi, bu ülkedeki hâkimiyet sistemini anlamanın çok önemli anahtarlarından biridir. Yerleşim yerlerinin isimlerini değiştirmek ve çocuklara konacak isimleri belirlemek, bu sistemin temel araçları arasında yer alır. Yakın zamanlara kadar, çocuklara belli isimlerin verilmesi “yasak”tı. Binlerce yerleşim yerini kapsayan “isim gaspı” bugün de sürüyor. Ülkedeki yerleşim yerlerinin çoğu, kendilerine zorla yapıştırılmış isimlerle anılıyor.

“Tanımlama iktidarı”nı elde tutmak, bütün tahakküm sistemlerinin başlıca özelliklerindendir. “Tanımlama, hasım kamptan gelen tanımlamaları geçersiz kılma ve gözardı etme yetkisi”, bir tahakküm sisteminin kurulması ve sürdürülmesi açısından hayati öneme sahiptir.

Böyle bakınca, Kürt sorunu ile tahakküm sistemi arasındaki bağlantı daha açık görülebilir. Diyebiliriz ki, Kürt sorunu, kimin ne olduğuna veya ne olmadığına, kimin ne olacağına veya ne olmayacağına karar verme hakkını kendinde gören bir tahakküm sisteminden doğmuştur.

İsimleri değiştirmek, isimlere yasaklar koymak gibi uygulamalar, aynı zamanda “hafıza mühendisliği”ne işaret ederler. Tahakküm sistemleri, tanımlama iktidarını sağlamlaştırmak için, toplumsal hafızayla oynamayı çok severler. Aslında bunu yapmaya mecburdurlar da. Zira tarihi sil baştan kurmak, hatırlanacak ve unutulacak şeyleri belirlemek; yeniden tanımlanan toplulukların ve bireylerin, kendilerine verilen yeni kimlikleri benimsemelerini sağlamak için tahakküm sistemlerinin vazgeçemeyeceği bir yöntemdir.

Bu topraklarda on yıllar boyunca acımasız bir şekilde uygulanan bu sistem, son zamanlarda sarsıntılar yaşıyor. Bu sarsıntılar, bazı şeylerin değişmesine de yol açıyor. Mesela “inkâr politikası”, ciddi bir revizyondan geçti. Artık Kürtlerin varlığı artık inkâr edilmiyor. Lakin inkârdan vazgeçmek, doğrudan tanımak anlamına gelmiyor.

AKP, birçok alanda olduğu gibi, Kürt sorununda da kendine özgü bir tanıma politikası izliyor. Bu politikayı, “tanımlayarak tanıma” olarak adlandırabiliriz. Bilhassa Alevilerle ilgili meselelerde, bu anlayışın bütün unsurları kolayca teşhis edilebilir. AKP yönetimi, Alevileri lâfzen tanıyor, ama Aleviliği tanımlamayı da kendinde hak görüyor, Aleviliğin ne olduğuna kendisi karar vermek istiyor.

Kürtler açısından mesele biraz daha karmaşık. Kürt kimliğini toptancı bir şekilde tek elden belirleme ve tanımlama iddiasının tamamen temelsiz kalacağını herhâlde AKP yöneticileri de görüyor. Bu nedenle, böyle bir çabaya girişmek yerine, Kürt kimliğinin tanımlanmasında etkili olmaya çalışıyor. Mesela TRT Şeş’in kurulması, Kürtleri ve Kürtçeyi inkâr anlayışının iflasını tescilleyen önemli gelişmelerden biridir. Ancak TRT Şeş, Kürtlerin kendilerini serbestçe tanımlamalarını ve ifade etmelerini sağlayacak bir yayın politikası izlemiyor; aksine Kürtleri dışarıdan tanımlamayacak bir anlayışla yürütüyor yayınlarını.

Öte yandan, AKP yerleşim yerlerinin gasp edilmiş isimlerini iade etmek için herhangi bir girişimde bulunmuyor. Yerel yönetimlerle ilgili mevzuatta, mülki idare amirlerini “isimlendirme” konusunda söz sahibi kılan hükümleri kaldırmıyor. Aksine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi’nin isimleri iptal kararına gerekçe gösterdiği yönetmelik türünden bir düzenlemeyi yapmakta sakınca görmüyor.

Bütün bunlar, aslında tanımlama iktidarı üzerine kurulu tahakküm sisteminin esasta fazla değişmediğini gösteriyor. Dengir Mir Mehmet Fırat’ın gayet çarpıcı bir şekilde özetlediği gibi, “Kürtlere asimilasyon devam ediyor...”