Türkiye, bir süredir darbelerle ve darbecilerle hesaplaşmaya çalışıyor. Balyoz Davası, bu çabanın önemli, hatta en önemli ayağını oluşturuyor. Geçmişimizde bir benzeri yok bu davanın. Aslında darbelerden söz açıldığında akla gelen ülkelerde de bununla kıyaslayabileceğimiz bir tecrübe mevcut değil.
Belki İspanya’da 23 Şubat 1981’de yaşanan darbe girişimini bu çerçevede ele alabiliriz. Bu tarihte, Antonio Tejero adında bir yarbay, eski düzene dönüş “hayali”yle, 200 silahlı askerle İspanyol parlamentosunu basmıştı. Valencia ve Madrid’den de bazı komutanların da katıldığı bu darbe girişimi, ordu içinden gerekli desteği alamamış ve başarısızlığa uğramıştı. Yarbay Tejero ve diğer darbeciler ertesi gün değişik saatlerde teslim olmuş, sonra da yargılanmışlardı. Toplam otuz kişinin yargılandığı davada Tejero 30 yıl hapse mahkûm edilmişti.
Görüldüğü gibi, Yarbay Tejero vakasında, darbeye açık ve tam teşebbüs sözkonusu. Yargılama sürecinde kayda değer bir tartışma yaşanmadı. İspanya, bu olaydan sonra, demokrasiyi inşa sürecini kararlılıkla sürdürdü. Böylece Franco döneminin meşruluk dayanaklarını tasfiye ederek, yeni Tejeroların yeşerebileceği zemini kuruttu.
Darbecilerin yargılandığı en çarpıcı örneklerden biri Arjantin’dir. Cengiz Çandar’ın da bu bağlamda zikrettiği Arjantin örneğinde, 1976’daki darbeyle başlayan askerî yönetim, Falkland Savaşı’nın yol açtığı gelişmeler sonucu 1983’te çöktü. Demokrasiye geçildikten sonra, geçmişle hesaplaşma yönünde bir sürü şey yapıldı. Bunlar arasında, cunta liderlerinin yargılandığı dava özel bir yere sahiptir. 22 Nisan 1985’te başlayan ve yaklaşık sekiz ay süren yargılamalar sonunda, mahkeme cuntanın iki liderini ömür boyu, diğerlerini de çeşitli hapis cezalarına çarptırmıştı.
Görüldüğü gibi, Arjantin örneği de, Balyoz Davası’yla kıyaslanabilecek nitelikte değil. Arjantin’de darbeye teşebbüs değil, yaklaşık yedi yıl ülkeye hükmettikten sonra çökmüş bir askerî darbe yönetimi sözkonusu.
Arjantin’dekine çok benzeyen bir örnek Yunanistan’dır. Orada da 1967-1974 arasında hüküm süren darbeciler, askerî yönetim çöktükten sonra yargılanıp ağır cezalara çarptırılmışlardı.
Arjantin ve Yunanistan’daki yargılamalar, darbelerle ve darbecilerle hesaplaşmak bakımından çok önemli işlevler gördüler. Ancak bu ülkelerde, hesaplaşma sadece yargılamalarla sınırlı kalmadı. Her iki ülkede de, darbelerin siyasal, kültürel ve hukuksal boyutlarıyla ciddi bir hesaplaşma yürütüldü, böylece darbeciliğin meşruluk kaynakları neredeyse tamamen kurutuldu.
Gelelim Balyoz tartışmalarında geçen diğer örnek olan Nürnberg Yargılamalarına. Nürnberg yargılamaları diye bilinen süreç, iki kısımdan oluşmuştur. İlk kısım, müttefik devletlerin aralarında yaptıkları anlaşmaya dayanarak kurdukları Uluslararası Askerî Mahkeme’de yapılan yargılamaları kapsar. Bu mahkeme, Nazi rejiminin hayatta kalan üst düzey yöneticilerini 20 Kasım 1945’te yargılamaya başladı. “Ana dava” olarak anılan bu yargılamalar, toplam 24 sanıktan 12’si hakkında idam, üçü hakkında müebbet hapis, üçü için beraat, diğerleri için de değişen oranlarda hapis cezası kararıyla 1 Ekim 1946’da sona erdi.
Bu tarihten sonra da yargılamalar yapıldı, ama artık uluslararası nitelikteki bir mahkemede değil, Nürnberg’de kurulan ABD Askerî Mahkemelerinde. Nisan 1949’a kadar görev yapan bu mahkemeler; hukukçular, hekimler gibi 12 değişik “sektör”den toplam 185 kişiyi yargıladılar.
Nürnberg yargılamalarının, darbe davalarıyla içerik açısından bir ilgisi yok. Ancak bir dönemin insanlık suçlarını, bunların sorumlularını, bunları yaratan zihniyeti ve yaşatan kurumları yargılamak açısından bir dönüm noktası olduğu açık.
Lakin Nürnberg yargılamalarının, epeyce eleştirildiğini de unutmamak lazım. En sık dile getirilen eleştiriler, Nürnberg Mahkemelerinin “tabii hâkim ilkesi”yle bağdaşmadıkları, “kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi”nin ihlal edildiği yönündedir.
Mahkeme üyeleri ve müttefik devletler, bu eleştirilerin yabana atılır nitelikte olmadığının farkındaydılar. Bu durumun yaratabileceği inandırıcılık ve meşruiyet sıkıntılarını önlemek için, mahkemeler “adil yargılama ilkesi”ni çok titiz bir şekilde gözettiler. O kadar ki, bu işi fazla abarttıkları yönünde suçlamalarla dahi karşılaştılar.
Toparlamaya çalışayım. Yukarıda kabaca aktardığım örneklerin ilk ikisi, yargılamaları darbecilikle hesaplaşma konusunda genel bir programın bir parçası olarak yürüttükleri için, demokratikleşme açısından derin ve kalıcı etkiler yarattılar.
Nürnberg mahkemeleri ise, adil yargılama hakları konusundaki aşırı özenleri dolayısıyla, hem bir dönemin korkunç suçlarını tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde kayıt altına aldılar, hem de yeni dönemin demokrasi ve hukuk devleti üzerine inşa edilmesinde belirleyici rol oynadılar.
Balyoz Davası’nın, darbecilikle hesaplaşma açısından tarihsel öneme sahip olduğundan kuşkum yok. Ancak yargılamaların bu anlam ve öneme uygun yürütüldüğünü söylemek mümkün değil.
Ayrıca hesaplaşmanın siyasal, kurumsal ve zihinsel boyutları ihmal edildiğinde, ne kadar önemli olurlarsa olsunlar davaların katkısının çok sınırlı kalacağını da hatırlatayım.
Balyoz davasını, hesaplaşmanın diğer boyutları ve yöntemlerin esas (ya da araçların amaç) üzerindeki etkileri çerçevesinde daha epeyce tartışacağız, tartışmalıyız...