Adalet Bakanı Sadullah Ergin bir gerçeği itiraf etti. Asıl kalabalık cezaevleri doğu bölgesindeki şehirlerde, yani Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde. Tabii günah sadece bugünkü Adalet Bakanı’nın veya bugünkü hükümetin değil... Köklü bir devlet geleneği söz konusu.
Cezaevleri sorunu yalnızca Kürtlerin yaşadığı bölgelere ait bir sorun değil. Ülkemizin sorunlu yargılama sistemi gibi, ceza infaz sistemi de ilkel ve geri. Yargıçlar “Tut kulağından, içeri at” kültüründen kopabilmiş değiller. ‘Terbiye’ kavramı, onların büyük bir bölümünün sözlüğünde hâlâ otorite ve baskıyla, hatta eziyetle eşanlamlı.
Cezaevleri de aynı mantıkla inşa edilip yönetiliyor. Örneğin ‘birini henüz hüküm giymeden hükümlü olarak görmeye başlamak’ yeni bir düşünce şekli değil, devletimizin genlerinde olan bir refleks.
Bakanın Kürtlerin yaşadıkları bölgeye ilişkin ‘itiraf’larını bu ‘sistem’ ve ‘tablo’ bağlamında anlamaya çalışırsak; yalnızca siyasi değil, sosyal, psikolojik ve ekonomik boyutları da olan bir ‘sendrom’dan söz edebiliriz.
Klasik devlet mantığı, bölgenin ahalisini tedip (terbiye etmek, yola getirmek) ve tenkil (topluca ortadan kaldırmak) edilecek bir topluluk olarak görür. Cumhuriyet tarihi boyunca sözü edilen 29 isyan (ki bunların büyük bir bölümünün isyan mı yoksa ‘devlet tezgâhı’ mı olduğu da tartışmalı) sırasında yüz binlerce Kürt’ün sürgüne gönderildiğini, on binlercesinin öldürüldüğünü, idam edildiğini hatırlayalım... 

Dağlıca tesadüf mü?
Dağlıca’daki 8’i asker, 18’i PKK’lı olmak üzere 26 gencin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan PKK saldırısının zamanlaması üzerine birçok açıdan analizler yapılıyor.
Ben de saldırıdan önce kaleme aldığım ve dün yayımlanan yazımda, bu tür gelişmelerin mümkün olduğunu, yaşadığımız bazı örneklere bakarak ifade etmiştim. Sorunun müzakere masasına gelme ihtimalinin güçlendiği dönemlerde saldırıların da aynı oranda tırmanması, süreci takip edenlerin gözünde adeta ‘normalleşen’ bir durum.
Karayılan, Avni Özgürel’e birkaç gün önce yaptığı açıklamada, geçen temmuzda barış sürecinin tamamen kırılmasına neden olan Silvan saldırısından haberi olmadığını belirterek 12 askerin yaşamını yitirdiği saldırıyı ‘yerel unsurlar’ın kendi başlarına yaptıklarını iddia etti. Bu açıklamayı ne olursa olsun önemsemekten ve bir veri olarak göz önünde bulundurmaktan yanayım.
Şu noktada kamuoyunun çok geniş bir kesimi hemfikir: Kürt sorununun barışçı yöntemlerle çözülmesini istemeyen ve bundan rant sağlayan (her iki taraftaki) güçler, zaten kırılgan olan siyasi iradeyi bir anda çaresiz bırakabilecek vuruşlar yapmak noktasında ciddi bir beceri ve tecrübeye sahipler. 

Çözüm öncelikle hükümetin sırtında
Cezaevleri olayındaki tablo da gösterdi ki Kürt sorununun yakıcı hale gelmesindeki belirleyici faktörü, devletin tercihleri ve düşünce yapısı oluşturuyor.
Doğu bölgesindeki cezaevlerinde bugün ‘kendiliğinden patlak veren’ bir durumdan söz edilebilse de, arka planda çeşitli haksızlık ve mağduriyet duygularının tetiklediği karmaşık bir öfkenin ‘saklı’ olduğu bir gerçek. Çözüm sürüncemeye bırakıldıkça, geleneksel devlet yaklaşımı köklü bir değişime tabi tutulmadıkça, çözümsüzlük ve karışıklık tırmanacak. Cezaevi isyanlarında doğrudan siyasi motifler belirleyici olmasa bile orada da çeşitli siyasi eylemleri tetikleyebilecek bir zemin şekilleniyor.
İşte cezaevleri, işte Dağlıca baskını... Gerginliğin diğer cezaevlerine sıçrama olasılığı yüksek. Her tür ayrımcılık, imkân yetersizliği ve huzursuzluk, bölge insanını kaos noktasına getirmiş durumda.
‘Cezaevi sorunu’, elbette birçok farklı boyutu olan bir konu. Ama bu sorun, bölgeye geldiğimiz zaman, esas olarak Kürt sorununun bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Cezaevlerindeki binlerce KCK tutuklusunu da bu denklem içinde değerlendirmek gerekiyor.