Bu yazımı bazı hukuksal metinler içeren, çoğu okur için sıkıcı olabileceğini şimdiden öngördüğüm bir konuya ayırdım. Şimdi bir yazar okurlar için sıkıcı olacağını bile bile niye baştan böyle bir yazı kaleme alır diye sorulabilir? Tüm dünyada hukuk hayatın hep gerisinden geldiği için, mevcut mevzuatı yeni hukuksal metinlerle güncellemenin kendisi de bir o kadar sıkıntılı olduğundan maalesef bu sıkıcılıktan kaçış yok! 

Konu bugünlerde İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyeleri hakkında “Yargı Görevini Yapanı Etkilemek” suçundan açılan bir dava nedeniyle Avukatlık Kanunun 90 ve 5. maddeleri nedeniyle mevcut görevlerini bırakıp bırakmayacakları tartışmasıdır.

Bu kadar RTÜK benzeri ön bilgilendirme uyarıları içeren girizgahtan sonra artık İstanbul Barosu yönetimi ile ilgili gelişmeleri merak edenler bundan sonrasını okuyabilirler.

İSTANBUL BAROSU YÖNETİMİNE AÇILAN DAVA

Şimdi İstanbul Barosu yönetimine böyle bir dava açıldı diye, onlara oy vermeyen veya onların genel hukuk anlayışını çoğu zaman eleştiren bizlerin zil takıp oynaması mı gerekecek?

Ya da bizler de evrensel hukukun gerektirdiği sorumluluğu görmezden gelerek, yönetimin görevini bırakması gerektiği korosuna mı dahil olacağız?

Ya da bu hukuki imkansızlığı mevcut baro yönetimine dayatanların hukuken saçmaladıklarını yüksek sesle eleştirmeyecek miyiz?

Aynen TBMM’deki 2007 yılında yaşanan 367 krizindeki hukuksuzluk gibi. 

Mevcut baro yönetiminin hem baroyu yönetme tarzlarını, hem de ülkenin kangren sorunlarına yaklaşımlarındaki politikalarını sanırım en yüksek sesle eleştirenler arasındayım. Ama haklarında böyle bir dava açıldı diye de eski antik bir ulusal yasaya aklımı ve vicdanımı gömüp de, hadi kardeşim sizin göreviniz sone erdi demenin de hukuken hiçbir zaman silinemeyecek bir ilkesizlik olacağını bilenlerdenim.

Avukatlığa kabulde engeller başlıklı bir madde vardır Avukatlık Kanunu’nda. Bu kanunun 5. maddesinde düzenlenen bölümünde sayılan suçlar avukatlığa engel olarak sayılmıştır. Sayılan bu suçları öncelikle nitelikleri nedeniyle 2 kısımda değerlendirmek lazımdır. Bu suçların bir kısmı siyasi olabilecek eylemleri kapsarken diğer kısmı yüz kızartıcı olarak adlandırabilecek eylemleri kapsar. Bu son kısımla ilgili açılacak davada hem siyaseten hem de mesleki deontoloji kuralları gereği bir baro yöneticisinin görevinden çekilip çekilmemesi tamamen etik bir sorundur. Mesela; zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırmak ya da cinsel taciz ve saldırıdan hakkında dava açılan bir kişinin masumiyet karinesi nedeniyle hakkında kesin mahkumiyet olmasa dahi bu durum bence yöneticilik yapmasına hem moral yönünden hem de etik açısından birer engeldir. Yoksa devam ediyorsa da ilgili kişi veya kişiler hakkında uygulanacak herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır. Tamamen etik olarak seçimini yapması gerekir.

Mevcut Baro Yönetimine açılmış olan eylem maddenin birinci kısmına girmektedir. Kişinin siyasi yaklaşımı, düşüncelerini ifade edişi ve bu bağlamda faaliyetleri çoğu zaman bir görev icabı olduğu için, çeşitli kurum ve kuruluşları rahatsız etse dahi bu durum doğrudan objektif bir suç normunun ihlali sayılamaz. Her zaman için bir subjektiflik durumunu içinde barındırır.

İnsanlar sosyal ve siyasal bir varlıktır. Baro yönetiminin görevlerini icra eylerken de tek taraflı, eksik, yetersiz nedenlerle yasa maddesini eylediklerinde kendileri ağır eleştirilebilirler ve asgari düzeyde objektifliği yakalamaları için göreve çağırabilirsiniz. Ama haklarında bu nedenlerle soruşturma ve kovuşturma açılması abes bir durum olur.

İstanbul Barosu yönetimine karşı açılan davanın içeriği de aynen böyledir. Baro yönetimi olarak yargılamaya dair sanık hakları bakımından mahkemeyi eleştirmeleri Baronun Avukatlık Kanununda sayılan görevleri arasındadır. Eğer baro diğer davalarda da aynı hassasiyeti göstermiyorsa eleştirmek ve görevini yapmaya davet etmek herkesin hakkıdır.

Tartışma konusu olabilecek bir konu için dava açılması ayrı bir siyasi mülahaza yaratır. Bu nedenle pozitif kural neyse, hadi bakalım onu uygulayalım demek ise Anayasanın 90/5. maddesinin doğrudan ihlali demektir. Nedir Anayasanın 90/5. maddesi :”

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Öncelikle avukatlık kanunun 90.maddesi ve onun yollaması ile 5.maddesinde yukarıya aktardığımız kısmı ile seçilmiş bir yönetimin görevden düşmüş olduğunu kabul etmek fazla yasa milliyetçisi ve dar özgürlük düşmanı madalyasını her daim cüppelerde taşımak anlamına gelir.

Bu nedenle Anayasanın 90/5. maddesi delaletiyle uygulamada olan ve iç hukuk yasal düzenlemelerinden daha öncelikli uygulanmasını gerektiren ilk çırpıda 2 ayrı uluslararası metin bulunmaktadır.

Bunlardan biri; AİHS'in düşünce ve kanaat açıklanmasını ve örgütlenme hakkını temel güvenceye bağlayan 9 ve 10. maddeleridir. Bu maddelerin tümünün üzerinde durduğu esas yakıcı sorun ise mahkeme heyetinin söz ve davranışları ile sanık ve müdafilerine karşı AİHS'in 6.maddesini uygulanmasını talep etmek zaruridir.

Diğeri ise;

27 Ağustos - 7 Eylül 1990 tarihleri arasında Havana’da toplanan Suçların Önlenmesi ve Suçluların Islahı üzerine Sekizinci Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilen Havana Kurallarının Avukatların meslek örgütleri hakkındaki 24. maddesi “Avukatlar kendi menfaatlerini temsil etmek, süreklilik taşıyan mesleki eğitim ve öğretimlerini geliştirmek ve meslek haysiyetlerini korumak için bağımsız meslek örgütleri kurma ve bunlara katılma hakkına sahiptir. Meslek örgütlerinin yönetim organları üyeleri tarafından seçilir ve bu organlar dış müdahaleye maruz kalmadan görevlerini yapar.”

Sonuç olarak:

Anayasa'nın 90/5.maddesi bağlamında düşünülmesi zorunlu olan bu iki hukuksal mevzuat görmezden gelinerek 2004 yılı öncesi düzenlemesi olan Avukatlık Kanunun hemen uygulanmasını ileri sürmek ve mevcut Baro Yönetiminin görevinin sona erdiği sonucuna varmak herhangi bir hukuksal yorumla açıklanamaz. Böyle bir çıkarım veya değerlendirme olsa olsa yoğun husumet içeren dar siyasal bir yorum olur ancak.