Yüzlerce madenciyi hukuki ve siyasi sorumsuzluk ve para hırsı ile Soma’ya gömerken aslında gömülen yine yargı ve hukuk oldu. Bağımlı, taraflı ve ideolojik yargının gücünü gösterebildiği tek kesim zayıf ve güçsüzler olduğu sürece bu hep böyle olacak gibi görünüyor. Öyle korkusuzlar ki yargıdan, cinayet koşullarında insan çalıştırıp buna kader veya fıtrat diyebilecek kadar pervasızlar! Soruşturmada maden şirketinden madenin ruhsat sahibi TİK yetkililerine, oradan Enerji ve Çalışma Bakanlarından denetimlerini savsaklayan müfettiş ve iş güvenlik uzmanlarına uzanan bir yelpazede cezai ve hukuki sorumluluğa gidemeyen bir savcı veya yargıç ne iş yapmış olur ki?

Yine başbakanın destan yazan polisleri, 22 Mayıs günü genç Alevi bir işçiyi daha cemevinde köylüsünün ölüm taziye ziyaretinde iken başından vurdu. Oradan bir gün sonra cenazesinin kalkmasına sebep oldu. Katlettikleri Uğur Kurt, birçok madenci gibi daha yeni evli ve yeni babaydı. Yaşanacak onca ömrü hem ondan hem de yakınlarından da bir kez daha çaldılar.

Rejim kana doymuyor! Polisin silah kullanımı sınırlandırılması gerekirken o yetmezmiş gibi son yıllarda polise bir de sınırsız ve usulsüz gaz kullanımı yetkisi getirildi. Bu satırları yazarken aradan bir gün geçmesine rağmen savcı henüz Uğur’un katledildiği yere gidip olay yerini incelemiş değildi.

“Polisin eli kolu bağlı mı duracaktı” diyor başbakan, polisin kendisine yöneltilen şiddeti orantılı biçimde def etmesi görevidir. Herkese gelebilecek şekilde ortamı kurşun yağmuruna tutar ya da hedef gözeterek atarsa o polis ya katilliğe adaydır ya da katildir!

KİME NE ANLATIYORUZ Kİ!

Aşağıdaki örnekle hukukun nasıl da siyaseten bir kez daha montaj/ kumpas sanayisine kurban edildiğini görmekteyiz.

21 Mayıs 2014 tarihinde El-Kaide örgütüne üye oldukları iddiası ile tutuklu 5 kişi’nin Bakırköy 11. ACM’de yargılaması görülmeye başlandı. Bu davada iddianame ve duruşma tutanaklarına yansıyan ayrıntıları sorgulamamak için insanlığa düşman olmak lazım. Özellikle de örgüt lideri olarak yargılanan sanık Magomed Abdurakhmanov’a atfedilen korkunç cinayet vakası ve kovuşturulmama gerekçeleri!

Savcı, 28 Haziran 2013 tarihinde basın yayın organlarında yayınlanan bir videoda Suriye’de başları cihat çağrıları arasında kesilen 3 Hıristiyan din adamına dair görüntülerde Magomed Abdurakhmanov adlı kişiyi teşhis etmiş ve bu kişiyi kovuşturacağı yerde, kovuşturma yapıp yapmayacağını Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne sormuş. Bakanlık da 22 Haziran 2013 tarihli cevabi yazıyla sanığın bu suçtan kovuşturulmaması için aşağıdaki “hukuki” setlerini sıralamış:

“.. suçun Türkiye’nin zararına işlenmesi şartının gerçekleşmediği, öldürüldüğü iddia edilenin yabancı statüsünde olduğu, bu durumda yargılama yapılmasının Adalet Bakanının talebine bağlı olması için 5237 sayılı TCK’nin 12/3 maddesi uyarınca suçun Türk Kanunlarına göre aşağı sınırı 3 yıldan az olmayan hapis cezasını gerektirmesi ve suçluların geri verilmesi anlaşmasının bulunmaması veya geri verilme isteminin suçun işlendiği ülkenin veya failin uyruğunda olduğu devletin hükümeti tarafından kabul edilmemiş olmasının gerektiği, Suriye Arap Devleti ile devletimiz arasında 18/03/1983 ve 177991 sayılı suçluların geri verilmesi ve ceza işlerinde karşılıklı adli yardım sözleşmesinin bulunduğundan…”

Böylelikle de savcı da “... olayın Suriye Devleti’nin iç sorunu olduğu, fiili olarak delil toplama imkanının da bulunmadığı ve yasal olarak soruşturma görevlerinin bulunmadığından, şüphelinin işlediği iddia edilen bu olaya ilişkin olarak soruşturma yapılmamıştır” diyerek şüpheliyi bu suçtan cezasızlığa kavuşturmuştur!

Geçtiğimiz aylarda ise konunun bu noktalara geleceğini düşünen HDP Mardin Milletvekili Erol Dora, Adalet Bakanlığı ve Başbakana soruşturulması gerekli bu insanlık suçunun neden soruşturulmadığına dair iki soru önergesi vermiş. Bakanlık aynen savcılığa vermiş olduğu cevabı tekrarlarken Başbakanlık ise sessiz kalmış.

Bakanlık ve savcılık; insan hakları ve ceza hukukunu uygulamamak için TCK’nın 12/3. maddesine sığınıp buradan hukuki destek almaya çabalarken asıl direnç ve niyeti Başbakan, 30 Mart gecesi balkon konuşmasında deşifre etmişti. Başbakan orada “Biz Suriye ile savaş halindeyiz” demişti.

Bir ülkeye savaş açma ya da o ülkedeki silahlı, işgalci grupları devletçe desteklemek Birleşmiş Milletler sözleşmelerini ihlaldir. Başbakanın o konuşmada söylemediği kısımları kovuşturulmayan El Kaideci sanık adeta ilk duruşmada tamamlamıştır. Sanık yıllardır dünya kamuoyu gündemine gelen, yalanlanmayan iddiaları çekinmeden teyit etmiştir.

Çeçenistan uyruklu cihatçının Suriye’de savaşırken Türk İstihbaratının kendilerine nasıl her türlü yardımı sağladığını, aralarındaki çok sıkı bağları, Türkiye’ye geldiğinde kendisine hemen oturum hakkı verildiği gibi birçok ayrıntıyı anlatırken neden bu sanığın Hıristiyan din adamlarını öldürmekten yargılanmadığını da anlıyoruz tabi. Failin suçlandığı eylem bir insanlık suçu olarak tüm medeni ülkelerde yargılama konusudur. Adalet Bakanlığı’nın bunu yargılama konusu yapmamış oluşu ise yalnız hukuken değil siyaseten de dehşet vericidir!

TCK’nun Uluslararası Suçlar başlığı altında 77. maddede düzenlenen İnsanlığa Karşı Suçlar, failin yada kurbanın uyruğuna, nerenin vatandaşı olduğuna bakılmaksızın uygulanan bir normdur. Çünkü burada korunan hukuki ve insani değer Türkiye'nin de hukuki çıkarlarıdır. Bu tip suçların kovuşturulmasında devletlerin evrensel yargı yetkisi artık tartışılmıyor. Aynen İsrail askerleri ve amirlerinin Mavi Marmara’ya yaptığı baskın/ katliamın Türkiye’de kovuşturulması gibi.

Suriye ile sözleşme bahane ediliyorsa o zaman neden bu sanığı Suriye yetkililerine teslim etme kaydı düşülmemiş?

Cezasızlık cenneti ülkemde daha fazla söze gerek var mı?