Doksan yıl önce, Türkiye Cumhuriyeti'ni, iki kesimin boynuna basılarak kurdular. Boynuna basılan kesimlerden biri Kürtler, diğeri ise genel anlamda dinibütünler ya da ümmetçilerdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin elitist, tekçi zihniyeti, bu iki kesimin haklarına ilişkin her türden istemi, talebi, kanla bastırarak bugüne geldi.

Kesilen bu kesimlerdi. Asılanlar bu kesimlerin önderleriydi. Dökülen kan, bu muradı gözünde kalanların kanıydı yine. Sürgüne yollanan binlerce aile yine bu kesimlerin kadınları, çocukları ve yaşlılarıydı. Kimi sürgüne giderken yolda, kimi topraklarına dönmek isterken yolda vuruldu. Kimileri de sürüldükleri, o yabancı ellerde ölüp, oraya gömüldüler. Birinden az, diğerinden çok, bu iki kesime hep bunlar reva görüldü...

Peki, bir devletin uygulamaları karşısında benzer kaderi paylaşanların, taleplerinin farklılıklarına rağmen, mantıken de olsa, devlet karşısında aynı safta yer almaları beklenmez miydi? Haydi diyelim aynı safta yer almadılar, birbirlerini anlamaları gerekmez miydi? Günümüz uygulama ve gerçekleri bu mantıksal çıkarsamayı boşuna çıkarmış durumdadır. Düşünce ve uygulama arasında bir paralellik beklense de, demek ki, olmuyormuş...

Dünyanın bir başka ülkesinde böyle bir durum olsaydı, mağdurların ittifakı mümkün olabilirdi. Ama Türkiye’de hak getire. Hani örnekleri de yok değil, Latin Amerika’da kilise ve rahiplerin ezilenlerin mücadelesine verdikleri destek bilinen bir gerçektir. 70’li yılların sonlarında, Nikaragua’da Sandinistler, ulusal kurtuluş mücadelesi verirken, tarikat şahini, rahip ve şair olan Ernesto Cardinella, mücadelenin fiilen içinde yer almış, kurtuluştan sonra da devrimci hükümetin bir dönem kültür bakanlığını yapmıştır. Bu öneklerden biridir sadece. Aynı zamanda şair de olan, Ernesto Cardinella, sonraki yıllarda tarikatıyla bir adaya çekilerek uhrevi hayatına devam etmiştir.

Ancak, Türkiye Cumhuriyeti gibi bir devletin marifetiyle, bu kesimden biri zalim, diğeri mazlum durumuna düşürülebilir. Tabi Osmanlı’yla beraber sekiz yüz yılı alan bir devlet geleneğini ve dünyada içinde yer aldığı ittifaklardan bağımsız düşünmemek lazım, Türkiye’yi. Dünya masum değil ki...

Şimdi, boyunlarına basıla basıla bugüne gelenlerden, her iki kesimden birinin lideri Çankaya’da, diğerinin lideri ise, İmralı Adası'nda. Birinin soyadı Gül, diğerinin Öcalan olsa da, ikisinin adı, Abdullah. Biri Türkiye Cumhuriyeti'nin, diğeri Kürt muhalefetinin protokolünde birinci sırasında. İkisi de lider olmakla beraber, icraatları ikinci kişilerin inisiyatifinde. Birinin görev süresinin bitimine çok az zaman kaldı, diğerinim mahrumiyetinin bitimi devletin elinde. Bütün bu farklılıklarına rağmen, gündemleri barıştır ikisinin de. Kısacası, iki Abdullah, bir ülke ve beklenen barış... Haydi hayırlısı…