En geniş anlamda iman yüce bir amaca, bir gerçeğe ya da bilim, ahlak ve felsefe doktrinine, bir din, mezhep veya tarikatın emir ve inançlarına söz götürmez bir şekilde derinden bağlanmak, inanmaktır. Bu yazımızda daha çok yalnız dinler ve tarikatlar gibi mistik kurumların yaratmış ve savunmuş oldukları akıldışı dogmalara, bunların gerçeklik derecelerini incelemeden körü körüne inanmaktan ibaret olan imanı anlatmaya çalışacağız. Öyleyse (mistik) iman nedir? En billurlaşmış şekliyle akılsal ve deneysel belgelerle ispatına ihtiyaç duymadan, görünmeyene, harikaya, hatta olamayacak olana, normal bir zihnin şüphe duymamasına olanak bulunmayan şeylere, gerçekmiş gibi gönülden bağlanmaya iman denir. Burada zihin mukayese yapamaz, tartışmadan, yorumlamadan korkar; varlığı hakkında kesin bir bilgiden yoksun olduğu halde doğaüstü ya da doğadışı bir olaya, tasarıma, hayale, yanılsamaya, hatta mutlak suretle yanlış ve saçma bir düşünceye, geleneksel söylenti ve telkinlerle kendi mistik hayal güçlerinin uydurduğu efsanelere, gerçeklermiş gibi saplanıp kalmış olmak... İşte iman bunların tümüdür. İmanda asla tereddüt, kuşku ve ihtimal kaygısı olmaz, olamaz. Bunun içindir ki, iman, hoşgörüye, düşünce ve vicdan özgürlüğüne değer vermeyen kör bir inançtır.

İman asla kanıtlanamayacak olanın kabul edilmesidir. İman, Tanrıya inanç yoluyla bağlanan ve deney alanının dışında kalan bütün metafizik öğretileri kapsar. Ortaçağ aydınları, bu metafizik zorunluluk yüzünden, aklı ile imanın alanlarını ayırmak ve çifte gerçek öğretisini ileri sürmek zorunda kalmışlarıdır. Çifte gerçek öğretisine göre imanın alanı başka, aklın alanı başkadır. Bu yüzden imancılık akılcılığa karşı kullanılmış bir deyimdir. İmana göre gerçek erdem aklın aldığına değil, aklın almadığına inanmaktır. İmana göre akıl hiçbir zaman gerçeğe ulaşamaz. Ona göre kul, ancak kayıtsız şartsız inanmakla mutlu olabilir. Çünkü, inanan insana göre kendisi her zaman cüzi, inandığı şey ise küllidir.

Bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki, mistik imanlılar, yanılmış olmanın ya da başka türlü düşünmenin bir imansızlık ve kafirlik olacağı kuruntusuna tutulmuş bir çeşit psikolojik rahatsızdırlar. Onlar, karşısındakilerin düşüncesini dinleyemezler, kendi benimsedikleri ve saplandıkları düşünceleri sarsabilecek, hatta kuvvetlendirebilecek olan başka düşüncelerin telkin ve eleştirilerine katlanamazlar. Bu itibarla iman terimini, laik anlamdaki inanmak teriminden ayırmalıyız. Akıl ve deney yoluyla gerçekliği kanıtlanmış olan pozitif konulara inanmakta bir sorun yoktur. Zira bunların aksi düşünülemez. Bunlar nesnel olarak bize kendilerini kabul ettirmişlerdir. Bunlara inanılmayacak olursa, nedenini bilgisizlikle, inanılması gereken gerçeği kavrayabilecek bir kültür seviyesine ulaşılmamış olduğunda aramak gerekir. Fakat mistik imanın öğeleri, nesnel olmaktan çok. özneldir. İmanda bir tutku özelliği vardır. İmanlı insan, bu tutkusuna başkasının dokunmasını istemez ve kendi imanının, başkalarınınkinden daima daha üstün olduğundan emindir. O, bencil bir duygu ve inat mengenesine sıkışmıştır. Bu, sahibine tinsel bir zevk veren heyecanlardan olduğu için, sadece eğitim seviyesi çok geri olan kişiler değil, bazı bilim insanları bile bunun etkisinden kurtulamazlar.

İçten ve gerçekten iman edenlerin zihni, saplanmış olduğu konunun gerektirdiği düşünce, duygu ve görevlere ölesiye bağlıdır. Örneğin din şehitleri, bağnazlıkları uğruna kendi yaşamlarını mahvetmiş ya da ettirmiş kimselerdir. Bu itibarla diyebiliriz ki, mistik iman, neden ve sonuç aramaktan ürken hastalıklı bir inadın kutsallaştırılmasıdır.

Geniş anlamda dikkate aldığımız imanın en somutlaşmış şekline din adamlarında ve koyu dinlilerde rastlarız. Fakat iman dinin tek öğesi değildir. Çünkü, dinlerde daima bilinçli bir iman yoktur. Esasen din konularındaki imanda çözümlemeden hoşlanan bir zihne de ihtiyaç yoktur. Kuvvetini duygulardan alan ve dolayısıyla bilgili bir eleştiri ve seçimden doğmamış bir imanda körü körüne bağlanmak gibi yanlışa ve bilinmeze karşı anormal bir aşk gizlidir dersek abartmamış oluruz.

Mistik imanla ilgili olarak bu kısa bilgiler ışığında ülkemizde bir siyasetçinin siyasi muarızları için; ''biz desek ki, aya dört şeritli yol yaptık, buna inanan seçmen kitlemiz var. O yüzden bizimle uğraşamazsınız'' sözü, mistik imanın insan beyninde nasıl bir hasara yol açtığını ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak gündemimizi işgal etmiş olan siyaset, seçim, ekonomik kriz, işsizlik, hukuksuzluk, hayat pahalılığı, gençlerimizin gelecekle ilgili karamsarlıkları gibi konuların yoğunluğuna bir de bu pencereden bakılması gerekir diye düşünüyorum.