Seçimler yaklaşıyor. Seçim vaatleri ve sloganlar kol gezecek.
Herkes, AK Parti’nin ezici bir çoğunlukla kazanacağını belirterek söze başlıyor.
Ana muhalefet partisi, almayı düşündüğü oy oranını, yine muhalefette kalacak bir sınırda ilan ediyor. “Beni güçlü bir şekilde muhalefette bırakacak kadar oy verin” dese bundan çok oy alacaktır, emin olun.
İktidarı hedeflemeyen hiçbir oluşum, bırakın iktidarı, muhalefet bile olamaz.
Müneccimlik değil, siyaset teorisinden bir miktar haberdar olan birisinin yapacağı bir analizi kendi kıt aklımla söyleyeyim.
CHP bu seçimin en büyük mağlubu olacaktır.
Sebebi, kendi iç karışıklığı, ideolojik birliktelik sağlayamamış olması falan değildir.
Elbette bunlar önemli derbederliklerdir, ama esas sorun, yoksullar, mülksüzler, işsizler ve orta sınıfa dönük anlamlı bir program geliştirememiş olmasıdır.
Bunun sebebini sınıfsal kökeninin dışında aramak da sadece kafası karışıkların işidir.
Partinin yönetim kademesi ve politika belirleyenleri arasında, bırakın yoksulu, bir tek orta halli insan yoktur. Sadece göbekleri değil, zihinleri de yağ bağlamıştır.
‘Umacı’ yaratarak, muhtemel ve güncel tehlikeleri göstererek kitlelerle kalıcı bağ kurulamaz.
Kurulur, ancak bu kadar kurulur. İktidar olmak için bundan daha fazlasına ihtiyaç vardır.
CHP kadroları arasında bir soruşturma yapın, neo-liberal sistem ve onun kötülükleri hakkında bir sayfayı dolduracak kadar hakiki laf edebilen 10 kişi bulamazsınız.
Bir sayfayı geçebilecek kadar laf edebilenler, şaka değil, sistemin faziletlerinden bahsedeceklerdir.
Sosyalistler ne yapıyorlar?
Eğer bu soru, ‘iktidarı hedeflemek için’ diye genişletilerek sorulursa cevabı “Hiçbir şey!” olacaktır.
“Ne yapmalı” sorusunaysa verilecek ‘tarihi’ bir cevap var.
Anlamını, yoksulların mücadele tarihinden alan ve Ortadoğu’da uç vermeye başlayan itiraza kulak vermekle başlayan bir çalışmanın içine girebilirler.
Bu ülkede hiçbir ‘oran’ kalıcı değildir.
“Ne yapmalı” sorusundan önce nelerin asla yapılmaması gerektiğini saptayarak işe başlayabilirler.
Bunun en başına da sol içi her türlü şiddeti –sözlü, fiziksel- mahkûm etmeyi koymalılar.
Bunu bir manifesto haline getirdikten sonra 5 yıllık bir ‘güçbirliği programı’ düşünmeye başlamak zorundalar.
Her türlü kendilerinden menkul kibri bir tarafa koyarak Kürt siyasal hareketinin deneyim ve birikimini paylaşmaya ve öğrenmeye talip olmak önemli bir başlangıç olacaktır.
Kürtlerin ‘ayrılma’ taleplerini programlarından çıkarmış olmaları, bu güçbirliğini daha işlevsel ve güçlü kılacaktır.
Bu seçimlerde ‘demokratik özerklik’ meselesinden tüm ülkeyi kapsayacak bir modelleme geliştirme çabaları başlatılabilir ve yeni anayasa için bunu teminat altına alacak talepler, ortak bir manifestoya dönüştürülebilir.
Ortak vaatler
Anadilde eğitim dahil tüm ‘insani’ talepler, hepimizin ortak talebi ve taahhüdüdür.
Genel af ve onurlu bir barışın koşulları ne ise yerine getirilmelidir.
Her türden cinsiyetçi ve ayrımcı yaklaşımların yeri çöp sepetimizdir.
İnanç özgürlüğü, azami saygı alanımızdadır.
Anti-emperyalist ve anti-kapitalist olmak, vazgeçilmez paydamızdır.
Yaşanabilir ve devredilebilir bir çevre politikası, dünyalı olmanın temel şartı olmalıdır.
Su, elektrik, sağlık, eğitim, iletişim ve ulaşım, temel insan hakları arasına alınmalıdır.
Sağlık ve eğitim, herkes için tümden ve mutlaka parasız olmalıdır.
Su, elektrik ve iletişim için asgari bir insani kota belirlenerek bu kısmı ücretsiz, geri kalan kısmı kâr amaçlamayan bir maliyet politikasıyla sunulmalıdır.
Devletin sosyal güvenlik kapsamında yapacağı her türlü katkı yasal güvenceye bağlanmalı, seçimden seçime hatırlanan bir inayet anlayışından uzaklaştırılmalıdır.
Daha uzatılabilir, ama tek bir maddeye indirmek gerekirse şöyle diyebiliriz:
İnsan müşteri değildir!
Bu yapılamazsa bu değirmen egemenlerin namı hesabına dönmeye devam edecektir.