Hatırlamakta fayda var Fikret Orman Başkanlığa aday olduğu dönemde en büyük vaadi Yıldırım Demirören döneminde gerçekleşen borç yığının temizlenmesiydi. Bununla birlikte borçların nasıl bu noktaya geldiğine dair hesap sorulmasıydı. Peşi sıra bir diğer vaadi ise Beşiktaş’a itibarını yeniden kazandırmaktı. Elde neredeyse çalıştığı bütün kurumlarla borç nedeni ile icralık olan, oyuncuların alacakları nedeni ile sürekli UEFA’ya gittiği, UEFA’dan belgelerde usulsüzlük yaptığı gerekçesi ile 1 yıl men edilen bir kulüp vardı.

2015 yılında Yıldırım Demirören döneminden kalan borç miktarı 500 ila 800 milyon TL olarak açıklanıyordu ve bütün Beşiktaşlıların elinde batık bir kulüp mevcuttu. Bugün açıklanan borç ise 2 milyar küsur civarında . Bu borçları temizleyeceğiz vaadi ile gelen ancak göründüğü üzere bu vaadini gerçekleştiremeyen Fikret Orman’ın en büyük savunusu ise stat. O gün dayatılan anlayış, stat ile birlikte Beşiktaş’ın gelirlerinin artacağı, Beşiktaş’ın borçlarını çevirebilen ve ödeyebilen bir kulüp olacağıydı. Bu uğurda güzelim İnönü Stadı yıkıldı. Güzelim diyorum, zira o statla birlikte çocukluğumuz ve gençliğimiz de yıkıldı. Ayrıca o stat gerçekten yapı itibari ile kendine özgü, güzel, boğazla ve İstanbulla barışık bir mimariye sahipti. Beşiktaşlıların en büyük övüncüydü. En çok eğlendiği yerdi. Yarattığı ambians ile benzersizdi. Her taraftar stadını elbette sever ama bence Beşiktaşlılar ayrı bir severdi.

TARAFTAR TARAFTARLIĞINI BİLSİN

Bugün yerine yapılan Vodafone Arena, İnönü’nün yanında benim için beton yığınından başka bir şey değil. İnönü’nün yıkılması ile tribünlere başka bir kültür de egemen oldu. Tribündeki taraftar artık sürekli transfer isteyen, bütün derdi transfer olan bir müşteri kimliğine sahip oldu. Arada bir çatlak ses çıkıyor, onda da Fikret Orman sınıfı gereği hayalindeki taraftar anlayışını hatırlatmakta hiçbir sakınca görmüyor, yetmiyor haddimizi de bildiriyor: “Taraftar taraftarlığını bilsin”. Öğretse bize keşke…!

Şimdi tribünde ne o eski görkemli, tutkulu taraftar var, ne de eğlenen, yaratıcı, hicivli, şovlarıyla meşhur taraftar. Stadın açılışından bu yana Beşiktaş taraftarının tek bir yaratıcı ya da duyarlı tavrını hatırlıyor musunuz? Ses getiren… Bir de İnönü zamanını hatırlayalım… O stadın fiziksel hali ve taraftarın kimliği yıllarca Beşiktaş’ın kimliği ile pek güzel örtüşmüştü. Bugün o taraftarın yerine Oğuzhan’ı günah keçisi ilan eden konforuna düşkün müşteri kimliğine gayet sahip çıkan, takım kurup takım bozmaya meraklı bir taraftar kimliği mevzubahis. Ne yazık ki bitti o devir.

Peki gerçekten Fikret Orman’dan kim stat istedi? Kimse… Ancak elbette yönetici sınıfına rant gerekiyor. Borçlar bahane. Sponsorlar, paralar, transferler, komisyonlar, demirler, çimentolar, kur farkları derken kapanacak denilen borçlar 3 katına çıktı. Bakın tekrar söylemekte fayda var, stadın gelirleri ile kapanacak denilen borçlar 3 katına çıktı. Bu arada itibarımızı yeniden kazandık, artık herkes Beşiktaş’ta oynamak istiyor diyen Fikret Orman yönetimi, alacaklarının ödenmesi için Türkiye Futbol Federasyonu'na başvuran Tolgay Arslan’ı, yönetim kurulu kararı ile kadro dışı bırakıyor. Dönen dedikodular arasında tribünlerde yuhalanan Oğuzhan’a 1 yıldır ödeme yapılmadığı, Şenol Güneş’in ise içeride parasının biriktiği mevcut… Soracak olsanız sıkılmadan döviz çok yükseldi der size.

TÜKENİŞ “CAME TO BEŞİKTAŞ” İLE BAŞLADI

Yıldırım Demirören’den sonra ikinci tükenişini yaşıyor Beşiktaş… Tükeniş sadece bu sezon ile başlamadı. Feda yılında mecburen de olsa tercih edilen bir yönelim vardı. Yuhalanan Oğuzhan 500 bin Euro maliyetle geldi Beşiktaş’a. Olcay, Gökhan Töre ve Cenk gibi oyuncular, Veli ve Ersan gibi tecrübeli oyuncularla harmanlandı. Ardından Fabri, Beck, Marcelo, Atiba, Tosic gibi makul, maliyetli, güvenilir ve verimli oyuncular transfer edildi. Bunlara Gomez, Sosa, Adriano, Talisca, Aboubakar gibi kaliteli oyuncular eklendi ve Şampiyonluklar bu akılcı transferlerle geldi. “Come to Beşiktaş” çılgınlığı ile değil. Geçen sezon rakiplerinin onca zaafına karşılık ligi 4. bitiren bir takım kaldı geriye. Ki o takım hakkını da yemeyelim ligin en gösterişli futbolunu da oynadı, Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarında. Ancak bütün enerjisini Şampiyonlar liginde tüketince nefesi yetmedi. Oysa feda sezonundaki o anlayış iyi kötü devam etseydi bugün Beşiktaş, önümüzdeki 5 sezona damgasını vuracak kadroya sahip olabilirdi. Ne yazık ki uzun süreli kadroların rantı pek yok…! Transferde elbette rant demek, komisyon demek.

Sırası gelmişken 2015 ile 2017 tarihleri arasında 2 şampiyonluktan 202 milyon TL, 2 Şampiyonlar ligi maçları sonunda 351 milyon TL, Cenk Tosun transferinden 108 milyon TL gelir elde etmiş takım. Toplam 661 milyon TL. Tosic, Marsello, Gökhan Töre, Ersan Adem Gülüm, Demba Ba, Fabri, Sosa, Mitroviç transferleri bu gelirin içinde yok. Daha hatırlayamadığım oyuncular da olabilir elbet. Ne var ki bütün bu satışlara, gelir kalemlerine rağmen borç bitmiyor, artıyor.

Evet bir dönem bu satış politikası tuttu. Her şeyi bilen, her şeye karışan kulüp yöneticilerimizin yarattığı harika futbol ortamımızda, Şenol Güneş geçtiğimiz sezonun yarısına kadar da sürekli değişen kadroya rağmen harika iş çıkardı. Ne var ki bir takımın kalesiyle, defansıyla ve forvetiyle bu kadar oynarsanız geriye takım falan bırakmazsınız. Elde kalan takımın yaş ortalaması 30 küsur. Evet hala nitelikli, hala iş yapabilecek bir kadro, belki yeniden bir iki rötuşla ya da Süper Lig’in seviyesi için diyelim. O da en fazla 1 yıl kurtarabilirsiniz. Ancak bu transfer anlayışı ile neye yarar ki?

Sorunun kaynağı kulübün ve takımın yapılanmasında. Sürekli transfer yaparak takımınızın istikrarını sağlayamazsınız. Şampiyon olan kadrodan ne oyuncu kaldı, ne o oyun anlayışı. Süleyman Seba’yı yad edeyim. Beşiktaş tarihinin en başarılı dönemini alt yapıdan yetiştirdiği oyuncularla gerçekleştirdi. Tıpkı feda sezonunda olduğu gibi. Bugün de bundan başka kurtuluş reçetesi yok elinde. Tabi Beşiktaş’ı düşünen var mı bilmiyorum…? Eskiden en azından tribünler düşünürdü, şimdi onlar da yok. Dedim ya o stadı yıktırmayacaktık.