Asker, hükümetin memuru; haddini bilmeli. Kişi hak ve özgürlüklerinde de iktidar, halkın memuru; haddini bilmeli.

İmdi generaller istifa etti, başbakan ve bakanları orduyu ele mi geçirdi? Onu bilmiyorum ancak en baştan ve hiç çekincesiz silahlı kuvvetlerin hükümetin ve Meclis’in kontrolünde olması gerektiğini söyleyeyim. Çünkü kendi bildikleri düşünce tarzı ve ifade şekli haricinde zırnık ses çıkartana ‘darbeci’ diye saldıran bir güruh var. Dillerine düşmek istemem ve 1974 Portekiz darbesi hariç askeri darbelerden hiç hazzetmem.
Amma velakin demokrasiden tek anlaşılan şekli bir siviller hâkimiyeti mi olmalı? Mesela 1990 senesinde Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal’la anlaşamadığı için istifa etmişti. O istifayı sivillerin demokratikleşme konusunda bir zaferi olarak mı yoksa ABD’nin yanında Irak’a saldırmak istemeyen bir generalin istifası olarak mı hatırlamalıyız?
12 Eylül’ün planlayıcılarından biri olan Necip Torumtay’ın sevilecek bir yanı yok. Fakat onun istifası bir demokratik zafer değildi. Savaş isteyen bir sivil cumhurbaşkanına şu ya da bu gerekçeyle karşı duran bir askerin istifasıydı. Askerin her geri adımı demokrasinin zafer çelengine eklenecek bir defne yaprağı değil. Askerin ricatını çevreleyen koşullara ve uyuşmazlığın içeriğine de bakmak gerek.
Asker, sivillere tabi olmalıdır. Bugünkü tablo o açıdan olumludur. Fakat bu, sivillerin iradesinin sorgulanamaz ve eleştirilemez olduğu anlamına gelmemeli. Mesela iç güvenliğin asker yerine polise devredilmesi kural olarak doğru. Ancak Çiller dönemi ‘özel harekât’ deneyimi yaşamış bir memlekette yaşıyorsak, bu haberi hemen zil takarak karşılayamayız. Hep alesta durmak ve askerin gücünün azalmasına destek verirken sivil iktidarın faaliyetlerine eleştirel bakmak zorunluluğundayız. Hele dün Çiller memleketin doğusunu yakıp kavururken ona danışmanlık yapanların, son istifalardan sonra askeriyenin yeni kompozisyonuna methiye düzmeleri karşısında kuşkucu olmak faydalı olacaktır.
“İktidar orduyu ele geçirdi” gibi itirazlar fazla anlam taşımıyor. Askeriye kuvvetler ayrılığı kuralının uygulanacağı bir kurum değil. Yargıdan bahsetmiyoruz. Devletin silah kullanma yetkisine sahip memurları mevzu bahis.
Bu gerçek, istifa eden komuta kademesinin istifa sebeplerini dikkate almamak sonucu doğurmaz. Nasıl darbeci bir general olan Torumtay dahi haklı bir gerekçeyle istifa ettiyse, bugünkü istifa gerekçeleri de dikkate alınmalı.
Uzun ve gereksiz tutukluluk süreleri, bitmeyen davalar çok ciddi bir sorun. Askerlerin bu durumun farkına ancak kafalarına balyoz vurulunca uyanması başka bir konu, tutukluluğun bu ülkede bir iktidar silahı haline gelmesi başka konu.
Yani insan, hem askeri özerkliğin sona ermesini isteyip hem de hukuksuz uygulamalardan kaygı duyabilir. Bunlar birbirini dışlayan pozisyonlar değil.
Demokrasi, zamanında “ülkenin halkı doğal güzelliklerine yakışmıyor, Türkiye’ye uluslararası idare gelsin” diye yazıp da bugün milli iradeci kesilen kalem erbabına bırakılamayacak kadar önemli.
Askeri vesayetle de demokrasi olmaz, haksız ve gerekçesiz keyfi tutuklamalarla da. Bu, Balyoz davasındaki herkes masumdur anlamına gelmez. Ancak “demokrasi yolunda hukuk teferruattır” diye bakıp, kurunun yanında yanan yaşlara ses çıkartmamak ileride demokrasiyi de bir teferruat haline getirir.
Merak eden, zamanında “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diye kulaklara üfleyenlere ve eski genelkurmay başkanlarını Meclis’e taşıyan kahramanlara sorabilir.
Bir de o danışmanlar, o başbakanlar ve mesela o Mehmet Ağarlar bugün kimin safında, ona bakabilir.
Asker, hükümetin memurudur ve haddini bilmelidir. Kişi hak ve özgürlüklerinde de iktidar, halkın memurudur ve haddini bilmelidir.