Demilitarizasyon sürecinin daha çok başındayız. 2002’den bu yana askeriyenin demokratik ülkelerde olduğu gibi seçilmişlerin otoritesi altında işini yapması konusunda epeyi yol alındı. Ama yol daha uzun. Askeriyenin mali ve hukuki özerkliğinin kaldırılması bu sürecin iki temel reformu olarak beklemede. Son Sayıştay düzenlemelerine rağmen Genelkurmay’ın mali denetimin parçası olduğu bir model, hiçbir demokratik ülkede yok. Askeriyenin hukuki özerkliğine gelince, bir yandan siyasi iktidar karşısındaki statüsü ve bu statüden kaynaklanan ‘siyasi özerklik’ sorunu diğer yandan bununla bağlantılı olarak kemikleşmiş ayrı bir hukuk sistemi var. Bu sorunlu alanlara tam manasıyla dokunulamadı. Üçüncüsü, ordunun tasarrufuna bırakılmış iç ve dış ‘rezerv alanlar’ başlı başına sorunlu. PKK ile mücadele, Ege kıta sahanlığı ve Kıbrıs sorunlarının sivil otorite tarafından ya da İç Hizmet Kanunu uyarınca TSK’ya ihale edilmiş olması denetlenebilirlik açısından sorunlu.

Demilitarizasyon süreçlerinin bir boyutu daha var: Vicdanî red. Yukarıda sözü edilen reformlar ve değişim askeriyenin normalleşmesine yönelikken vicdani red açıkça antimilitarist bir duruş. Vicdanî reddin tarihi savaşın tarihiyle koşut. Çok eskilerde dini nedenlerden başkasını öldürmeyi reddedenler ile ilgili modern düzenlemeler Cihan Harbi’ne dayanıyor. Daha yakın zamanda vicdani red uluslararası hukukun alanına girmeye başlıyor. Birleşmiş Milletler’in bağlayıcı olmayan kurallarından sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu konuda duyarlı ve etkin. Hele geçenlerde verdiği bir karar sonucunda vicdanî red denince artık taraf devletleri bağlayan bir hak ve özgürlük alanı tarifine tanık oluyoruz.

Geçenlerde AİHM, 2002’de Yehova Şahidi olduğu için askerlik yapmayı reddeden ve hapse giren Ermenistan vatandaşı Bayatyan’ın açtığı davada, radikal bir değişikliğe giderek, vicdanî red hakkını, din ve vicdan özgürlüğü kapsamında değerlendirdi. Kararda ‘din ve vicdan özgürlüğünün, ateistler, agnostikler, septikler ve dinle ilgilenmeyenler için de değerli bir unsur olduğu’ vurgulandı. AİHM bundan böyle yeni içtihada binaen vatandaşlarına askerliğe alternatif hizmet sunmayan ve vicdani redçileri sadece cezalandıran ülkeleri tazminata mahkûm edebilecek. Bu Türkiye’de mecburî askerliğin sonu demek.

Türkiye’nin askerî içtihadı

Geçen yılki Hrant Dink ödülü Vicdanî Red Hareketi’ne verilmiş ve Türkiye’nin vicdani red kavramıyla tanışmasının 20. yılına rastlamıştı. 1990’da Sokak Dergisi, Tayfun Gönül ve Vedat Zincir’in vicdani red beyanını yayımladığında böyle bir kavram daha duyulmamıştı. Bugün Kürt çatışması sonucunda can veren gençlerin haberleriyle çalkalanan Türkiye’de vicdani red daha fazla konuşuluyor. Mektep ve askeriyenin uluslaşma sürecinde oynadıkları rol ise çoktan demode oldu. Ayrıca siz güle oynaya ve kimi zaman da dehşet saçarak yapılan asker kutlamalarına bakmayın. Çoğunun derdi rahat bir askerlik sonunda sağ salim dönmek. Tüketim toplumunda hayat ve can tatlıdır.

Çektikleri cezalar ve kendilerine reva görülen eziyetle bilinen redçilerimiz var. En eskisi 1995’ten bu yana mücadele veren Osman Murat Ülke. Dosyası AİHM’de olan Ülke hakkında Türkiye Aralık’a kadar Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne vicdani red hakkı ile ilgili atacağı adımları bildirmek zorunda.

Barış Görmez bir Yehova Şahidi ve inancı uyarınca askerî elbise ve silahı reddediyor. Görmez dokuz kere hapis cezasına çarptırıldı. Üç yıldır askeri cezaevinde. AİHM Türkiye’ye Görmez’le ilgili yukarıda adı geçen Bayatyan kararını bekleme talimatı vermesine rağmen askerî mahkeme Ocak’ta Adalet Bakanlığı’yla görüşerek AİHM’in talimatını hiçe saydı ve Görmez’e tekrar ceza verdi.

Bir diğeri, 2001’den beri askere gitmeyi reddeden ve 15 aydır da içerde olan İnan Süver. Manisa’daki koğuşunu ateşe verdiği gerekçesiyle sürüldüğü Balıkesir Cezaevi çatısından atlayarak yaralandı.

Vicdani red sanılabileceği gibi birkaç marjinalin tasarrufu değil. Her cenahtan, cemaatten redçi mevcut. Örneğin mütedeyyin bir redçi olan Mehmet Lütfi Özdemir’in gerekçeleri diğerlerinden farklı değil. Şimdi Bayatyan kararıyla redçilerin çığ gibi büyüyeceğinden kuşkunuz olmasın.

Türkiye, Azerbaycan ile birlikte Avrupa Konseyi’nin 47 üyesi arasında vicdanî red hakkını tanımayan son iki ülke. Bakanlar Komitesi Türkiye’nin vicdani red kaynaklı ihlalleri önlemek için yasal önlem almasını ve Komitenin Aralık toplantısından önce, düzenlemeleri kabul takvimi ile birlikte bildirmesini istedi.

Artık TCK’nın ‘halkı askerlikten soğutmak’ diye bilinen meşhur 318. maddesinin ilgasıyla başlayacak bir zihniyet devrimi bizi bekliyor. Ama esas devrimin Kürt çatışmasının çözümüyle geleceğini de unutmadan.

Dün Ankara ve Eskişehir’de vicdanî redçileri destekleyenlerin 318’den davaları vardı. İlki beraatla sonuçlandı. Eskişehir davası ise başlıktaki slogana açılmıştı!