Arşivlerimi karıştırdım. “Başkanlık sistemi tartışması” demeye dilim varmıyor zira hiçbir tartışma olmadan konu açılıyor, kapanıyor ve yeniden servis ediliyor. Bu defa da bu cin fikri gündeme getirenler tartışma kültüründen dem vuruyor. Sanki bu konuda toplumda tartışmayı sürdürebilecek asgarî bir bilgi birikimi varmış gibi. Ve sanki birkaç zamandır bu ülkeyle ilgili her konuda alınan kararlar, öncesindeki tartışmalara rağmen sonunda daima Başbakan’ın iki dudağının arasından çıkmıyormuş gibi. En son, futbol şampiyonunun kupayı nerede alacağına kadar...

Türkiye’nin eksik demokrasisinin dahi sonu demek olacak başkanlık sistemiyle ilgili ilk girişim tam iki yıl önce Başbakan tarafından başlatıldı. İlk yazıyı Nisan 2010’da yazmış ardından dört-beş kez yinelemişim. Yeniden gündeme getirilen konuyla ilgili hiçbir yeni tartışma öğesi yok. Önce konunun pazarlamacılarının parlamenter sistemin miadını doldurduğu, en demokratik ve istikrarlı sistemin başkanlık sistemi olduğu iddiasına bakalım. Evet, pek çok ülkede başkanlık veya yarıbaşkanlık sistemi uygulanıyor. Türkiye’de ise aslında adı konmamış bir “çeyrek başkanlık” sistemi mevcut. Cumhurbaşkanı Gül bir parlamenter sistemde olmayacak kadar yetkiye sahip olduğunu söyler. 1982 Anayasasında cumhurbaşkanlığı yüksek yargı, üniversiteler, YÖK, RTÜK gibi hayatÓ kurumlara yapılan atamalarda fazlasıyla söz sahibidir ve yürütmenin bir nevî “balans ayarı”dır. Sezer döneminde bu “ayar” defalarca icra edildiydi. Yaygınlığına rağmen başkanlığın demokratik anlamda iyi işlediği ve gerçek bir yönetişime dayandığı tek ülke ABD ve şimdi gittikçe Brezilya, belki ilerde Meksika. Diğerlerinin ezici çoğunluğu diktatörlük. Her uyduruk seçimde %90’lar mertebesinde oy almalarına rağmen yakın zamanda diktatörlerini def edenler: Mısır, Tunus, Yemen. Malum, sistemin daha istikrarlı olduğu savunuluyor. Hakikaten başkanlık sistemi, diktatör kovulana kadar pek istikrarlı! İstikrar arayışı paradoksal olarak demokrasinin önündeki engellerden biri konumuna gelmiş durumda.

Başkanlık konusunda öne çıkan istikrar garantisinin en sağlam ve sürdürülebilir olduğu sistemler buradaki iddianın aksine tekadam veya güçlü çoğunluk sistemleri değil azamî siyasî temsile dayalı denetleme ve denge sistemleri. Mükemmel bir örnek için sorunlarının hiçbirini kalıcı ve sürdürülebilir biçimde çözemeyen Türkiye’ye bakmak kâfi.

Dolayısıyla modeli tartışmadan önce Türkiye’de varolan sistemin neden iyi çalışmadığını anlamak gerekiyor. Parlamenter sistemin temel taşları olan temsil adaleti ve siyasî partilerin güçlenmesi konularında yıllardır adım atılmadı. Dünyanın en adaletsiz seçim barajı hâlâ duruyor. Büyük partiyi daha palazlandıran, küçüğe söz hakkı tanımayan tek turlu bir seçim sistemi var. İstisnalar dışında seçildiği bölgeyi temsil etmekten uzak bir vekil topluluğu mecliste oturuyor. Parti içi demokrasi allahlık, tek adamlara biat edilen bu sistemde yasama, el kaldırıp indiren vekillerden ibaret. Partiler sürekli kapanma tehdidi altında Hükümetin artık beğenmediği parlamenter sistemi geliştirmekte ciddî bir çabası olmamasına rağmen başkanlık sisteminin yasamanın içinde bulunduğu hazin durumu sihirli bir değnekle ıslah edeceği ve işler hale getireceği iddia ediliyor.

Sonuçta sorun, yürütmenin yetersiz gücünde değil, bu gücün yasama, hukuk ve bölgesel yapılarla denetleme ve dengelenmesini sağlayacak demokratik bir anayasanın eksikliğinde yatıyor.

Sistemi savunanlardan bilinen yegâne çalışma Burhan Kuzu’nun 1997’de çıkmış ve geçen yıl ayaküstü elden geçirilerek yeniden çıkarılmış “Her Yönüyle Başkanlık Sistemi ” kitabı. Mesala sayfa 112’de “Türkiye’nin gündemine Başkanlık modeli artık girmiştir. Gerek siyasî parti yetkililerimiz, gerekse Başbakanımız, gerekse Cumhurbaşkanımız bu rejim lehine çalışmalar başlatmıştır” cümlesinde başbakan Çiller, cumhurbaşkanı da Demirel!

Kuzu, kitabının hemen her yerinde denetleyici, dengeleyici bir güçlü yasamadan söz ediyor. Yukarıda belirttiğim gibi mevcut sistemde tamamen işlevsizleştirilmiş bir yasama nasıl ve neden aynı siyasetçiler tarafından güçlü hale getirilsin?

Ama kırılma noktası başka yerde. Birkaç gündür akademi, siyaset ve basında başkanlık sistemi bölgesel yapılarla denetlenebilir ve dengelenebilirse kabul görebileceğini düşünen var. Hâlbuki hesap kat’iyen öyle değil. Kuzu adını koyuyor: “Hemen belirtelim ki, federal ya da eyalet yapılanması başkanlık modelinin olmazsa olmazı değildir. (s.14) Bu modelde Fransız sisteminin üniter yapısıyla ABD’deki başkanın yetkileri buluşturuluyor” (s.139). Tartışmanın en temel hususlarının birinde Kuzu tartışmayı bitirdiği gibi açıkça mutlakıyeti tarif ediyor!

Kuzu’nun kitabı bir hususta çok değerli. Başbakan’ın hayallerini süsleyen sistemin bu denli gayriciddî bir temelde oluşamayacağının bir nevî garantisi.

Ama Başbakan’ın başkanlık sevdası, yazım aşamasına gelmiş yeni anayasa etrafında yapılması gereken esas tartışmayı saptırma potansiyeli taşıyor. Kanaatimce AK Parti tabanı da dâhil kamuoyunda hiçbir başarı şansı olmayan bir sistem ülkenin demokratik istikbaline daha ortada bile yokken, zarar veriyor.