Azerbaycan Türkiye’nin iyi tanıdığı bir ülke değil. Soğuk Savaş sonrasında, hayretler içinde keşfedilen ‘Balkanlardan Çin’e uçsuz bucaksız Türk Dünyası’nın fertlerinden biri. Moldova’da ‘ortaya çıkan’ Hıristiyan Gagauz Türkler karşısındaki şaşkınlığı iyi hatırlarım. Soydaşlarla anlaşmak için Türkçe değil Rusça konuşmak gerektiğindeki hayal kırıklığını da. Hâlen geçerli. Bu ‘yeni dünya’ o vakitler epeyi bir iştah kabartmış ancak arkası gelmemişti. Türkiye’nin özellikle doğusunda kalan kardaşlarla ticaret ve inşaat dışında başka ortaklıklar için etnik kökenin yetmeyeceği kendiliğinden anlaşılıvermişti. Nitekim yakınlarda bir bilimsel bir gen haritası çalışması, ırksal olarak bu coğrafyalarla pek bir ortaklığımız olmadığını, geçen hafta ziyarette bulunan Türkmenistan diktatörüyle olduğu varsayılan ‘kemik kardeşliğimize’ rağmen ortaya çıkardı. Ve aksine, buradaki farklı unsurların gen ortaklığı vurgulandı. Şaşırılacak bir şey yok! Ama uzaklığın yanında bilgi de yetersiz kaldı. Bugün Türkiye’de bu ülkelerle ilgili, pantürkçü, kavmiyetçi araştırma kuruluşları dışında bağımsız ve tarafsız bir bilgi birikiminden bahsetmek, birkaç istisna dışında mümkün değil.

Soğuk Savaş sonundan bu yana Rusya, Sovyetler’in dağılmasıyla bu coğrafyalarda kaybettiği nüfuzu yeniden tesis etti. Bir dizi iktisadî, siyasî ve askerî hamleyle, Gürcistan ve tabii Baltıklar dışında bölgesini yeniden kontrol altına aldı. Tavşana kaç tazıya tut; böl, yönet; tehdit, şantaj, işgal, her yolu kullanarak hâkimiyetini perçinledi. Unutmayalım Hocalı anması bir tek Moskova’da yapılamadı!

Bu veriler burnumuzun dibindeki Kafkaslar için ziyadesiyle geçerli. Türkiye ne AK Parti hükümetlerinden önce ne de şimdi Kafkasya’da hatırı sayılır, inisiyatif alan bir aktör olabildi. Arap dünyasıyla gerçekleşen etkileşim daha o diyarlara sirayet etmedi. Etmediği gibi Türkiye kendi rızasıyla Kafkasya’daki politikaların güdümüne girme raddesine geldi. Bunun veciz örneği Azerbaycan’ın politikalarının buradaki yansımaları.

Zürih Protokolleri 2009’da Ermenistan ile normalleşmede cesur bir inisiyatifti. Protokollerle devlet doksan küsur yıldan sonra ilk kez, Ermenilerin başına gelen, aynı zamanda Anadolu’yu perperişan eden Büyük Felâket’i inkâr üzerine kurulmuş ve dünyada hiçbir kabul görmeyen politikasından farklı bir yol izlemeye çalıştı. Türkiye’nin âli enerji menfaatleri son tahlilde petrol zengini Azerbaycan’ın, Ermenistan ile normalleşmeye tercih edilmesini dayattı. Sınırın açılmasıyla belirecek hayaletler ve soykırım baskısı son noktayı koydurttu. Fakat bu furyada işin içine Karabağ sorunu dâhil edildi. Türkiye, Azerbaycan’ı ziyadesiyle rahatsız eden protokollerin onayı için Karabağ önşartını telaffuz etmek durumunda kaldı. Başbakan 2009’daki Bakü ziyaretinde, Wikileaks’de AK Parti’den hiç hazzetmediğini anlağımız diktatör Aliyev’in önünde Karabağ’a sahip çıktı. Sonuçta Türkiye’nin ilk Ermenistan politikası başlamadan bitti.

Karabağ sorununun Türkiye kamuoyuna maledilmesi bu ‘zaferden’ itibaren hız kazandı. Bırak Karabağ’ı, haritada Azerbaycan’ı gösteremeyecek kamuoyuna Karabağ hassasiyeti aşılanmaya başlandı. 26 Şubat bu çalışmaların zirvesidir. Hocalı’da katledilen insanları halisane duygularla anmaya gelmiş olanları istismar ederek yapılan yürüyüş buradaki bildik inkârcı ve agresif pozisyonlara artık Karabağ argümanıyla geri dönüldüğünü gösteriyor. Başbakan’ın nümayişi sahiplenmesiyle de ülkenin Ermeni politikası tahkim edilmiş bulunuyor. Ama böylelikle Türkiye, Ermenistan ve Ermeni politikalarını artık Azerbaycan’a ihale etmiş bulunuyor.

Aylardır yazıyoruz. Türkiye göreli ekonomik ve politik başarısından ötürü giderek artan dozda başı dönmüş bir ülke görünümünde. Pek çok nazik konuda Ergenekon zihniyetinden farklı politikalar üretememesinin ardında milliyetçi kolaycılık kadar bu aşırı özgüvenin yarattığı körlük var. Gidişat hayra alamet değil. Ermeni faslında geçen 24 Nisan’da er Sevag Balıkçı’nın kışlada öldürülmesi, Hrant Dink davası kararı, gayrimüslimlere ve kiliselere yönelik artan tacizler, Fransa’daki karar sonrası ‘zafer’ havası, Ermenilere nefret kusan ‘Bu Dosyayı Kaldırıyorum’ kitabının Kartal liselerine ücretsiz dağıtılması, ‘Rize’nin Ermeni işgalinden kurtuluşu’ komedisi, inkârcı televizyon dizisi hazırlıkları ve 26 Şubat’taki pogrom provası... Önümüzdeki 24 Nisan anmaları çok kritik bir test olacak.

Bakın Bakü’de ‘zafer’ nasıl kutlanıyor: ‘Kimse Taksim’deki Hocalı Soykırımı gösterisini karalamaya kalkmasın’ yazısında diktatöre yakın olduğu söylenen www.1news.az portalında Erestun Habibbeyli: ‘100 yıl önce Türk devletine ihanet edenleri haklı bulanlar, daha 20 yıl önce kendi gözleri önünde yaşanan bir trajediyi çirkin amaçları için çarpıtmaktan geri durmuyorlar. (...) TBMM sadece başkanın bildirisi ile yetinmemeli, Hocalı’da sivil halkın katliamına görüşünü bildirmeli, soykırımı tanımalıdır. (...) Hocalı olaylarını her zaman gündemde tutarak, Ermenilerin cinayetlerini, işledikleri suçları ve ikiyüzlülüklerini dünyaya kanıtlamak çok önemlidir.’

İşte size Azerbaycan’dan 2015 yol haritası...