Ah zavallı ülkem! Kendini tanımaktan adeta korkuyor. Ona anamız değil ancak mezarımız denir: Orada her şeyden habersiz olanlardan başka gülümseyen yok; orada ahlar, iniltiler, göğü yırtan ağlayışlar sürüp gidiyor, duyan yok, fark edilmiyor bile. Büyük üzüntüler günlük kaygılar olmuş; ölüm çanı çalarken, kime diye soran pek olmuyor; iyi insanların ömrü başlarındaki çiçeklerden önce geçiyor, çiçekler solmadan onlar ölüyor.
Shakespeare / Macbeth 

Depremle gelen büyük yıkım sadece 10 ilde değil adeta ülkemiz üzerinde bir kabusa döndü. Yarattığı büyük felaketin sonucu tam bir trajedi oldu. Saatler değil günler boyunca enkazın altında kurtarılmayı bekledik. Evlatlarımız, yakınlarımız, canlarımız enkaz altındayken umarsız kaldık, feryat ettik, yalvardık, aç kaldık , üşüdük/donduk, öldük! Kimimiz enkaz altında /çevresinde, kimimiz tv karşısında. Evlerimiz mezarlarımız oldu.

“Orada ahlar, iniltiler, göğü yırtan ağlayışlar sürüp gidiyor, ” geçen günlere rağmen…Enkaz altından çekip alınan her can bir mucize olarak karşımıza çıktı. Sevindik, umutlandık bunca ölüme, kayba rağmen…

Enkaz altındaki her sese nefeslerimizi tutup bekledik. Bir yandan öfkelendik neden ilk saatlerde, ilk günlerde değil de bugün mucize izlemek zorunda bırakıldık? Neden? Bize bu trajedi yaşatıldı/yaşatılıyor?

“Öldürmeyen Allah öldürmüyor” avuntusunu yaşarken, mucizelere sevinirken bütün bu toplu kırımı, cinayetleri göremeyecek miyiz? Bize reva görülenleri unutacak mıyız? Asla unutmayacağız! Asla affetmeyeceğiz! Bu halk bu acıyı unutabilir mi?

“Öldürmeyen Allah öldürmüyor” ama on binlerce insan öldü” kader planının” bir parçası olarak. Öyle mi? Çelişki burada değil mi? Bilim insanları deprem değil, çürük yapılar öldürüyor, diyor. Bu öldüren binalar neden Japonya’da yok Şili de yok! Bu da “imtihan”ın bir parçası olsa gerek. Neden ana karnındaki bebek, yedi yaşındaki “sabi” ”imtihan” ediliyor var mı cevabı olan. ”Taktiri İlahi” diyerek suçu Allaha havale etmek “Allahtan reva mı”!

Asrın felaketi” diyerek sorumluluk mevkiinde oturanları bağışlayacak mıyız? Bırakalım bir biri ardına gelen “Harakiri” intiharlarını bir tek istifanın olmayışını neyle açıklayacaklar. ”Asrın Felaketi” ile mi! Büyük bir felaket olduğu, büyük acılar yaşadığımız bir gerçek ama “orada ahlar, iniltiler, göğü yırtan ağlayışlar sürüp gidiyor’ken imar afları “barış adıyla yapıldığı da bir gerçek! İmar barış'larıyla asrın cinayetlerinin işlendiği de bir gerçek.

Bir ”imar barışı” daha yapılırken deprem vurdu. Yoksa “müjde” olarak ölüm barışı yasalaşacaktı, olmadı. Gitmez de kalırlarsa eğer, bir yolunu bulup gitmezlerse eğer, yine yapılacak imar afları, olmadı günah keçisi olarak seçilen müteahhitlere çıkarılacak aflar, her nedense başka sorumlu yok(!) olsaydı onlara da bir seçim öncesi çıkarılacak yeni aflar. Hepimize balık hafızalı muamelesi yapmaktan imtina etmeyecekler.

“Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları… Ey kardeşliğin süreğen kışı. Bir halkın onuruna yağan kar. Ey bahçemizdeki gergedan. Ey narcissus. Aşağılayan özveri…” (Şükrü Erbaş)

Yaralarımızı dayanışmayla saracağız evet. Dayanışma merhemimiz çünkü. Yaralarımıza, acımıza iyi gelecek. Ancak hesapta soracak bu halk sorumlulardan. Unutmayacak, asla unutmayacak! Toplum dayanışmanın yaşattığına inanıyor. Okul çağındaki çocuk harçlıklarını veriyor, gençlerimiz emeklerini, nineler tek düvesini, “kefen parasını” kefensiz gidenlerin yakınlarına bağışlıyor. Öte yanda sırıtarak gezenleri de unutmayacak! Yitirdikleri güveni tazeleyemeyince acılı insanlara çemkirenler de unutulmayacak!

 Bütün o devasa enkazları halının altına süpürme işgüzarlığını çalışma olarak gösterip hemen inşaatlara başlamak istiyorlar. İspanya Kurtarma Ekibinden Pedro Frutos’un; ”Yetkililer makinelerle girmeye karar verdi; Bunun anlamı şu: Eğer makine koyarsanız bir çok insanı öldürürsünüz” sözlerini de unutmak mümkün değil.

Enkaz altında donarak hayatını kaybeden kaç insan var, sağ çıkarılan veya kendi imkanlarıyla kurtulan yaralıların ne kadarının yaşayacağını, hayata tutunabileceğini bilen var mı? Bu travmayı toplum nasıl atlatacak. Verilecek 10 bin lirayla mı? Nasıl? Üniversitelerin kapısına kilit vurarak mı? Kurtarmaya yetişemeyen kepçelerle enkazları kamyonlarla halı altına süpürerek mi, görünür olmayı ortadan kaldırmakla mı bu toplum unutacak yaşatılan trajediyi?

Hadi “kader planı” tamam, ”mukadderat “tamam ya bu durumu “Allah’ın bir lütfu” olarak görürlerse -ki öyle anlaşılıyor- ne olacak? Sela mı okunacak sadece?

Geçtik olmayan harakiriyi, geçtik istifaları unutursak eğer bu acıyı da “gollük bir pas” olarak darbeye çevirme yollarını arayıp bulurlar!