Sur, özellikle 2015/2016 tarihlerinde, hala hiç kimsenin hesabını vermediği/veremediği, verme cesareti gösteremediği korkunç acıların, vahşetlerin yaşandığı bir kenttir. Sur’daki asırlık evlerin duvarındaki her bir taşta TC kurşunu durur hala!

Hayatta kalan her bir Sur’lu Kürdün, dünyanın herhangi bir ülke/şehrinde yaşayan her Kürdün hafızasında Sur korkunç bir acıdır, yaradır. Sur, cevabı/hesabı verilemeyen sorulardan dolayı hala Kürdün mahremidir. Ne zamanki gerçek anlamda bir yüzleşme olur işte o zaman Sur mahrem olmaktan çıkar.

Sur, bu halde iken birileri tarafından “Dünyaca ünlü Kürt sanatçı” olarak parlatılan Ahmet Güneştkin’in “Hafıza Odası” adlı çalışmasına ev sahipliği yapıyor. Birer numara verilerek rengarenk boyanan tabutlar Keçiburcu’nda sergileniyor. Her bir tabut, her bir numara kimin ve neyin ifadesi! Hesabı verilmemiş insan hayatlarının birer rakama indirgenip tabutlar aracılığı ile sergilenmesi bir sanat çalışması olamaz, tıpkı savaşlarda yaşamlarını yitirenlerin “şehit” kutsamaları içinde rakamlara indirgenmesi gibi.

O kravatlı, mutlu, ve de ‘gururlu’ beyaz Türkler ve de Kürtler; 5 No’lu’da ne yaşandı!

Sur, enkazlarının üzerine çıkıp; “Sur’u Toledo gibi yapacağız” diyenler ile ne çabuk da dost oldunuz ey Amedliler!

Kurşun izlerini silmek için üzeri renklendirilmiş duvarın önünde poz verenler, Sur’da yaşamını yitiren o güzel insanlardan kaç tanesinin hayat hikayesini biliyorsunuz!

Melek Alpaydın (8)

Rozerin Çukur (17)

Çekvar Çubuk (16)

Şiyar Baran (16)

Helin Şen (9)

Oyunları ile hayata dokunması gereken kaç tane Kürt çocuğu o sokaklarda polislerin, özel timlerin, jandarmaların kurşunları ile yaşamını yitirdi!

Ellerinde sokakları, oyunları, gökyüzü çalınan bu çocukların hesabını bu devlet verdi mi!

Sur; Türkiye Cumhuriyeti’nin inkar, imha, asimilasyon, şiddet/savaş, yok etme politikalarına direndikleri için Kürtlerin kendi evleri, sokakları, kentleri ile yok edildikleri bir alandır!

Elbette yüzleşme çalışmaları olmalıdır, elbette hafıza çalışmaları, odaları, sergileri, müzeleri, evleri olmalıdır, elbette siyasetçiler, sanatçılar toplumsal barış için çalışmalıdırlar, ama hesabı verilmemiş, hala bir açık yara olan Sur’da kimse acılar üzerinde tepinme hakkını kendisinde görmemelidir!

Bir beyaz sayfa mı açacaksınız ey siyasiler; okulda eğitimi yasak bir dilde inatla isim alan Rozerin’in, Şiyar’ın, Helin’in hayatlarını kaybettikleri sokaklarda on beş dakika hiçbir şey yapmadan yürüyün, o sokakların sesini/sessizliğini duyumsayın, geride kalanlara içtenlikle bir “rojbaş” deyin, ama resim çekmeyin!

Tabutları renklendirerek sanat yaptığını düşünenler!

Sur’u çocuklarının oyunlarını özgürce kendi dillerinde oynayabilecekleri sokakları onlara terk edin!

Ölüm ve savaş korkunç yıkıcı ve yaralayıcıdır, bütün o acılar yaşanırken sıcak ofislerinizde kahvelerinizi içerken, suskunluğunuzun bedelini yüzlerce insan canı ile ödedi, ona dair bir şeyler yapmak için önce bir SUSUN!