Nisan 1 şakası da "neredeyse eski bayramlar" nostaljisine dönüştü diyordum ki, cumhur ittifakı vekilleri tarafından boşa düşürüldüm!

Muhalefet partilerinin milletvekillerinin oylarıyla reddedilen "Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanun Teklifi"nin maddelerine geçilmesine ilişkin oylama, AKP'nin oylamanın iç tüzüğe aykırı yapıldığı itirazı üzerine yenilenmesi tam anlamıyla 1 Nisan şakası gibiydi. Geçelim bunları. Sonuçta her şakanın altında bir ciddiyet yatar.

Kısaca fişleme diyeceğimiz "Kanun Teklifi" bu hafta içerisinde yeniden hayatımıza girecek. Hayatımızda hep vardı diyenler olacaktır, yok canım ne fişlemesi diyenler de. . . Kamuya alınacak çalışanın soruşturulmasından doğal ne var. Öyle değil mi?

Fethullahçıların sızmadığı yer kalmadı diyenler, bu 'tür uygulamalar dünyanın birçok ülkesinde de var' diyenler az değil. Anayasa Mahkemesi arşiv araştırması ve soruşturma yapılacak ise "kanun " ile yapılsın diyor.

Açıkça fişleme yapılsın diyen de yok. Hem insanları fişlemek suç olduğu kadar da ayıp değil mi. Neymiş efendim soruşturmalar ile fişlemeyi birbirine karıştırmamak gerekiyormuş.

Kamuda işe alınacak kişinin aileden bir ferdinin geçmişte işlediği "suç" o kişinin kaderini belirliyor ise bu bal gibi fişleme değil mi?

Bu yasa teklifi akla askeri yönetimleri hatırlatıyor. Darbe dönemlerinin "olağan" işlerinden sayıldığından toplum tarafından genelde kanıksanır. 12 Eylül fişlemelerini unutmak mümkün değildir. Bilenler unutmadı ama, kanıksadı, bilmeyenler için zaten mesele yok.

Sonraları AB'ne üye ol(ma)ma çabaları içerisinde fişleniyor muyuz, fişlemeler kalktı mı/devam mı ediyor derken, bu durumu da kanıksadık gitti.

15 Temmuz sonrası bir kararnameyle kamuda işe girecekler veya kamu şirketlerinde "taşeron" olarak çalışan işçilerin "kadroya" alınmasıyla güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması gündem oldu. Bir kısım işçinin kadrolu işçi olma sevinci deyim yerindeyse kursaklarında kaldı.

Ana muhalefet partisinin Anayasa Mahkemesine başvurusu üzerine AYM kararnameyi iptal etti.

1990 yılıydı Kars'ın Susuz ilçesinde İlksan (İlkokul Öğretmenleri Sosyal Yardım Sandığı) temsilcisi seçilmiştim. O yıllarda 1978 Maraş Katliamını protesto eden öğretmenlerin İlksan'a aday olmaları söz konusu değildi. Yani Maraş Katliamını yıldönümünde 2 günlük grev ile protesto eden Töb_Der'li ilkokul öğretmenleri fişlendiklerinden yıllar sonra bile "zorunlu üyesi" oldukları bir sandığın yönetimine aday olamıyordu.

Sandık yönetimine genelde idareciler seçilirdi. Milli Eğitim Müdürünün karşısında aday olup açık bir farkla seçilmiş olmam aslında fişlemelere karşı bir duruşun ifadesiydi dersem abartmış olmam sanırım.

Yıllar sonra tesadüfen bir evrakla karşılaşmıştım. Küçük bir ilçede öğretmenlerin zorunlu üyesi oldukları bir sandık temsilcisi seçilmek güvenlik soruşturması kapsamı içindeymiş meğer.

Bu soruşturmada aile bireylerim de dahil, alkol kullanmadığım merakından tutun da, terör örgütleriyle bağım olup olmadığına, soyum ve nesebime varana kadar geniş ve takdire şayan bir işgüzarlık sergileniyordu. Durun daha bitmedi!

Nüfus Müdürlüğünden "soyumda dönme olup olmadığı" sorulmuş. Müdürlük de bu soruşturmaya cevap vermişti. Neyse ki, içkim kumarım yokmuş, terör ile bir bağlantım bulunamamıştı. Soyum da "temiz" çıkmıştı. Soyumuzda dönme tespit edilememişti.

Oysa bizimkiler, 1920 de şimdiki Gürcistan sınırları içinde bulunan Rusya'dan gelmiş Karapapak diye de adlandırılan Terekemelerdir. Susuz (Cılavuz)a Ahılkelek'in Mıragol, Gulelis ve Hğavet köylerinden gelmişler ve bu bir diğerine yakın üç köyde Ermeniler ile birlikte yaşıyorlarmış. Bizimkiler Ermeni komşularıyla "kız alıp vermişler mi" vermişler ise "soy bozulmuş" mu burasını bilen yok.

Keza nüfus müdürlüğünün yazısı 1920 sonrasını kapsıyor.

"Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanun Teklifi"nin TBMM Genel Kurulundan geçeceği kesin gibi. Emniyetin, istihbarat birimlerinin toplayıp kaydettiği bilgiler içerisinde kimin soyunda dönmenin olup olmadığı, kimin Alevi, kimin Hristiyan, kimin solcu veya dinci olduğu bilgisinin, kimin bu soruşturmayı geçip geçmeyeceğinin o kararı verecek olan "kamu görevlisi veya kurumunun görüşünün" doğru ve isabetli olduğu kimi ikna edecek.

Bilmem kaç sayılı kararnamelerle kamuda 125 bin 678 kişi ihraç edildi. Bu ihraçlar bir mahkeme kararıyla değil, "kurum görüşü" üzerinden yapıldı. Artık OHAL'e kanun hükmünde kararnamelere de gerek kalmadan her şey kanunla olacak.

"Kurum görüşü" gibi öznel bir gerekçe, atama bekleyen işsizlerin kabusu olacak. Tıpkı "Kısa Çalışma Ödeneği" bu günlerde sona erecek olan emekçiler, Kod 29 mağduru işçiler gibi...