Sivaslı bir ailenin altı kızından biri olan Suzan Zengin, 52 yaşındaydı. 10 yaşında gittiği Almanya’da 18 yıl kaldı. Eğitimini sürdürürken göçmenlerin sorunlarıyla ilgilendi. Bekir Zengin ile evliliğinden iki çocuğu oldu. ‘Kıbrıs Elen Edebiyatı’, ‘Selanik Öyküleri’, ‘Süryani Halk Öykü ve Türküleri’ gibi birçok antolojiyi Türkçeye kazandıran Zengin, hapishanede Tessa Hoffmann’ın ‘Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Anadolu Hıristiyanlarının Sürgün, Kıyım ve Tasfiyesi’ kitabını baskıya hazırlamıştı.
Cezaevindeyken içinde bulunduğu durumu anlatan mektuplar gönderirdi. 5 Ocak 2010 tarihli mektubunda şöyle diyordu:
“Ben Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde bulunan tutuklu bir gazeteciyim. Açık bir komplo sonucu tutuklandım. Geçen bu süre zarfında ortaya henüz bir iddianame çıkmış değil. Ne duruşma tarihim belli ne de hangi iddia ile tutulduğum netleşmiş değil anlayacağınız...”
Suzan Zengin 28 Ağustos 2009’da gözaltına alındı. İlk duruşmaya, tam bir yıl sonra, 26 Ağustos 2010’da çıkarıldı. Gazeteci meslektaşları, sağlık sorunları nedeniyle tahliye olması gerektiğini belirten açıklamalar yaptılar.
Mektubunda yaşadıklarını dile getirmişti: “Uzunca zamandır Umut Yayımcılık bünyesinde gazetecilik yapıyorum. İşçi-Köylü Gazetesi, Partizan Dergisi ve Yeni Demokratik Gençlik, periyodik olarak çıkardığımız yayınlar. Bunlar devrimci-sosyalist içerikli muhalif yayınlardır. Dolayısı ile ben de muhalif bir gazeteciyim. Son 12 yıldır aynı evde ikamet etmenin yanı sıra 3 yılı aşkın süredir de gazetenin Kartal Bürosunda çalışıyorum. 28 Ağustos 2009 tarihinde bir ‘yakalama emri’ ile evimi basan polis tarafından gözaltına alındım. 4 gün tutulduğum İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde, 3 genç insanın daha evlerinden alınarak emniyete getirildiğini öğrendim. Ancak sözünü ettiğim bu kişiler daha önce hiç görmediğim, tanımadığım insanlar -ki onlar da beni tanımıyorlar. Sadece adliyeye getirildiğimizde nezarette karşılaştık. Sonuç olarak, onları da benimle birlikte tutukladılar. Zaten bu süreçte merak ettiğim bir diğer konu da bu kişilerle benim aramda nasıl bir ilişki-bağ kuracakları...”
Zengin, yargılandığı mahkemece 11 Haziran 2011’de serbest bırakıldı. 

Tutuklamaya şaşırmamak
Cezaevinde yaşadıklarını şöyle aktarmıştı: “Her biri ikişer kişilik 12 hücreli bir koğuşta kalıyoruz. Burada yaşanan en ciddi sorunlardan biri sağlık sorunu. Ciddi bir rahatsızlık durumunda, hastane sevki 6-7 ay, hatta daha uzun sürebiliyor. Ben 52 yaşındayım ve geçirdiğim bir ameliyata bağlı olarak, hızlı kemik erimesi ve ülser, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği gibi daha bir dizi, düzenli ilaç almamı gerektiren rahatsızlıklarım var. Bazı tetkiklerimin belli aralıklarla yapılması gerekiyor. Tabii bunları şu sıralar tutuklu olmam nedeniyle yaptıramıyorum.”
Tahliye olduğunda sağlık sorunları ağırlaşmıştı. Geciken tedavi süreci nedeniyle özellikle kalp rahatsızlığı ilerlemişti. 15 gün önce kalp ameliyatı oldu ve bir daha uyanmadı.
Suzan Zengin’in içeriden yazdığı mektubun en etkileyici bölümü şuydu: “Şunu da hemen belirtmek istiyorum ki karşı karşıya kaldığım bu durum beni hiç de şaşırtmış değil...”
Bir gazeteci haksız yere tutuklanıyor, sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmesi gerekirken tahliye edilmiyor ve bu onu ‘şaşırtmıyor.’ Suzan Zengin, “Bizim memlekette adalet böyle işler, şaşırtıcı değildir yaşadıklarımız” diyor.
Cezaevlerinde sağlık sorunlarıyla boğuşan onlarca ölümcül hasta var. Onlardan ve yakınlarından hemen her gün mektuplar gelmeye devam ediyor.
Suzan Zengin’i öldüren sistem varlığını sürdürüyor.
Not: Bir ölüm haberi daha: ‘İçtimaya geç kaldığı’ gerekçesiyle kapatıldığı disiplin koğuşunda gördüğü işkence sonucu 2.5 aydır yoğun bakımda bulunan er Uğur Kantar yaşamını yitirdi.