Ergenekon davasının AKP’nin siyasal eşitlik söyleminin en gönülden inananlarını bile endişelere gark ettiği şu günlerde ekonomik eşitsizlik gibi artık yaygın ve siyaset dilinden neredeyse çıkmış bir olgudan bahsetmeye gerek var mıdır?

Maalesef içinde yaşadığımız ideolojik bağlam bize sürekli ekonomik eşitsizliğin doğal bir durum olduğunu telkin eder.

Buna göre eşitsizlik hem biyolojik hem de tarihsel meşruiyeti olan bir olgudur. İnsanoğlu ve insankızı farklı özellikler ile dünyaya gelirler ve bugünkü gibi kurumsallaşmış olmasa da bir tür eşitsizlik ilk insan toplumlarından beri vardır.

Bu çerçeveden bakıldığında politik önlemler alarak eşit yaşam koşulları sağlamanın toplumsal düzen tehdit altında olmadığı sürece bir yararı yoktur.

Suni olarak eşitlik sağlamak toplumda önemli görevlerin yetkin insanlar tarafından doldurulamasını önler ve bu da toplumsal ilerlemeyi, ekonomik gelişmeyi ve insanların yaratıcılıklarını engeller. Toplumsal eşitsizlik, eşitsiz mükafatlandırma sistemleri sayesinde yeniden üretilir.

Böylelikle çağlar boyunca askerler toplumun diğer kesimlerine göre daha çok prestij ve kaynakla mükafatlandırılır. Günümüzdeki serbest piyasa liberalizmi mantığıyla da şirket yöneticilerinin az gelirli çalışanlarından yüzlerce kat maaş almaları normaldir.

EKONOMIK EŞITSIZLIKLER ARTARAK DEVAM EDER

Eştisizlik tarihin çeştili dönemlerinde çeşitli haller alır. Genelde hukuki eşitsizlikler teker teker ortadan kalkarken ekonomik eşitsizlikler artarak devam eder.

Bu tip verilerin kolay elde edildiği Amerika Birleşik Devletleri’ne baktığımızda, örneğin 1978 yılında CEO maaşları az gelirli maaşlarından 78 kat fazla iken, bu oran 2005’de 821 katına çıkmış. “ABD’den bize ne” demeyin çünkü OECD verilerine göre Türkiye ABD’den daha eşitsiz bir toplumdur.

Üstelik ABD’de CEO’lara yüksek değer biçen ‘yıldız oyuncu’ anlayışı Türkiye’de yıldız adledilenlerin neyi ‘hakettiklerine’ dair kanıyı belirler. Bu yaygın ve rahatsız edici kanı spor takımlarından, özel şirketlere, üniversitelere kadar her yerde hüküm sürer.

Ama sorun sadece bir avuç ‘yıldız’ değildir.

VERİLER KAYGI VERİCİ

Türkiye İstatistik Kurumu’nun Şubat 2011’de yayınladığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması eşitsizliğin Türkiye’deki boyutlarına dair en güncel verileri sunar. Bu verilere baktığımızda en zengin yüzde 20’nin toplam gelirden aldığı pay yüzde 47.5 iken en yoksul kesime toplam gelirin ancak yüzde 5.6’sı düşer.

TÜİK’in son raporundaki gelir ve tüketim değerleri ekonomik eşitsizliğin önemli ama yetersiz göstergeleridir. Esas bakılması gereken sınıfların ekonomik varlıkları arasındaki farktır. Varlık bir ailenin bütün sahip oldukları eksi borçlarıdır ve beklenmedik gelir kaybına ve ekstra ihtiyaçlara karşı bir güvenlik oluşturur. Varlık, işinizi kaybettiğinizde, hasta olup sigortanız yoksa veya çocuğunuz iyi bir devlet üniversitesine giremediğinde sınıfsal irtifa kaybetmeden hayata devam etmenizi sağlar.

PASTADAN ALINAMAYAN PAY

Neoliberalizm toplumsal eşitsizliği önemli bir sorun olarak görmez; eşitsizlik ekonomik büyüme için ödenen bir borçtur. Büyümeyle birlikte her rasyonel birey pastadan payına düşeni alacaktır. Ama hiç öyle olmaz. Türkiye’de de son 10 yıllık gelir artışının oldukça adaletsiz bir şekilde dağıldığını TÜİK rakamlarında görmek mümkün.

KURU RAKAMLAR, YAKICI GERÇEKLER

Eşitsizliği önemseyen sosyal bilimciler ise genelde, benim de yukarıda yaptığım üzere eşitsizliği rakamlara indirgerler. Ama rakamlar kurudur. Ne insanın yüreğine dokunurlar ne de eşitsizliğin yüreğine dokunduğu insanlardan bahsederler. Eşitsizliğin ortaya çıkardığı insanlık halleri, açtığı psikolojik yaralar ve rencide ettiği ahlaki duygular rakamlara takılmaz.

Oysa ki esas konuşmamız gereken bu duygulardır. Çünkü siyasetin olanakları, yasal çerçevelerin yanında duygularda yatar.  Buna iyi bir örnek AKP siyasetinin olanaklarıdır.

AKP’nin 2002’den beri süregelen seçim başarılarının altında ekonomik büyümeden bir türlü payını alamayan ama süregiden büyüme karşısında umudunu kaybetmeyen ve AKP’nin uluslararası salVoları karşısında gururu okşananlar yatmaktadır.

Ancak en nihayetinde insanların özlem duydukları gerçek saygınlığın yolu daha adil ve eşit bir toplumsal bölüşümden geçmektedir.