Kürt meselesi Türkiye’nin turnusol kâğıdı, hakikat aynası. Meseleye bugüne kadar güvenlik, savaş ve milliyetçilik pencerelerinden bakılmış. Ama bundan böyle çözüm ve birbirinin kimliğini yadsımadan birlikte yaşama gibi yakası açılmadık kavramlarla ele alınması gerekiyor. O ölçüde de işimiz fevkalade zor. Geçende Diyarbakır DTK toplantısı sonrasında nihayet ülke gündemine gelen yönetim meselesi Türkiye’nin ne kadar hazırlıksız yakalandığının hazin ifadesi.

Yönetim biçimi konusunda inisiyatifi Kürt siyaseti alıyor. BDP metni ile Fırat Haber’de çıkan farklı metinde tutarsızlıklar ve göndermelerde maddi hatalar var. Ama getirilen önerilerin, ne kadar uçuk olursa olsunlar, karşısında hiçbir ciddi öneri yok. Ağzı olan konuşuyor dedirtecek kadar içeriksiz bir tartışma cereyan ediyor. Böyle olunca da meydan ‘bölünme’ retoriğine kalıyor. Son MGK toplantısındaki gibi trajikomik bir refleksle ezbere rücû ediliyor ve birlik/beraberlik edebiyatının şablonları ortalığa saçılıveriyor. Bu arada sinirler geriliyor, dünyaya ak-kara bakan çoğunluk birbirine bilendikçe bileniyor.

Bu arada esas tartışma hoyrat retoriğe kurban gidiyor. Zira mesele, sadece Kürt bölgelerini değil tüm bölgeleri ilgilendiren, aynı zamanda Kürt meselesinin çözümünün temel taşlarından birisi olan adem-i merkezî idarenin nasıl kurulacağı. Adem-i merkeziyet tartışmasının demokratik özerklik talebi üzerinden başlamış olması talihsiz olsa da bunun vebali bu hayatî konuya bugüne kadar eğilmemiş olan devlet ve siyasette. Besbelli, bu yakası açılmadık konu üzerine daha çok düşüneceğiz. Bugün geçtiğimiz haftanın tartışmasında dikkatimi çeken bir-iki noktaya değineyim.

Yerel başka bölgesel başka

Özerklik konusuna girenlerin zihninde yerel ile bölgeselin birbirine karıştığını görüyoruz. Bu iki kavram aynı şeyleri ifade etmez. Türkiye’de merkez dışında kalan tek idarî kamu otoritesi belediyedir. İlçe, il ve anakent belediyelerinde vücut bulan yerel yönetim otoriteleri, hizmet odaklıdır. Bölge ise coğrafî, tarihî, dilsel, ekonomik, kimi zaman dinsel bütünlük arzeden idarî bir birimdir. Ülkeden ülkeye değişen yetki ve işlevleri vardır.

Türkiye’de merkez ile yerel arasındaki uçurumda bölgesel bir ara birim olmadığı için yerel yönetimlere bu kadar çok işlev yüklendi. Zamanla belediyeler çeperin sesi oldular, merkeze erişemeyenlerin siyasî dayanağı haline geldiler. Artık geldiği yeri unutmuş ve merkeze yerleşmiş bulunan AKP gibi BDP de bu yoldan gitmek durumunda kaldı. Ancak belediyelerin, temel hizmetlerin yanında siyaset yapmak durumunda olmaları ve götürdükleri hizmeti siyasete endekslemeleri sağlıklı değil. Keza belediye gibi nispeten küçük bir idari birimin devasa bir merkezin her anlamda kulu konumunda olması büyük sorunları beraberinde getiriyor. Bu sorunlara çare olarak yerel yönetimlerin güçlendirilmesini düşünen çok. Hâlbuki irili ufaklı tüm belediyelerin klasik belediye hizmetinden başka hizmetler de veren yapılar olmasını temenni etmek, sürdürülmesi imkânsız bir sistemi farkında olmadan ülke sathına yaymak demek.

Esas üzerine düşünülmesi gereken, devasa merkezin faaliyetlerini dengeleyebilecek çap ve yetkiye sahip olan ve merkez ile yerel yönetim arasına konumlanacak bölgesel yapıların nasıl kurulacağı.

Adem-i merkezî mevzuat anayasa ile sınırlı

Bölgeselleşme ve bölgecilik denince yakın coğrafyamızda bir dolu örnek mevcut. Uygulamaların en gelişmişleri ulussonrası Avrupa coğrafyasında. Almanya, İspanya gibi nitelikli örneklerin yanında Avrupa Konseyi’nin (AK) Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve esas Avrupa Birliği’nin Bölgesel Politikasının norm, standartlar ve tavsiyeleri var. Türkiye AK’nın hiçbir bağlayıcılığı olmayan Şartı’na, üstelik dünya kadar çekinceyle taraf; AB’nin Bölgesel Politikası’nın bağlayıcı kurallarını ise müzakere ediyor.
Ama bunların hiçbirinin Türkiye’nin aşırı merkeziyetçi anayasal ve yasal zırhlarını delecek kudreti yok. Dolayısıyla adem-i merkezî bir yönetime geçmek için gereken düzenlemelerin yeni anayasaya girmesi hayati. Aynı zamanda iyi yönetime kapı açacak ve toplumsal talepleri azamî ölçüde karşılayacak idarî formülün bulunması gerekiyor. Ürkek ve çok sorunlu da olsa Kalkınma Ajansları ile şimdiden hayata geçmekte olan AB’nin Bölgesel Politikası’nın açtığı yol, eğer anayasal güvence verilebilirse en makul ve yumuşak yoldur.