Bütün bu fırtınanın içinde aklımızı açık tutabilmek için sanırım gerçekleri birbirine karıştırmadan kavramaya çalışmalıyız.

Birinci gerçek, bu ülkede Ergenekon diye bir örgüt var.

İkincisi ise, bu örgüt yakalanıp yargıya sevk edilirken bir hukuksuzluğa, iç hesaplaşmaya, gizli bir intikamın alınmasına izin vermemek için dikkatli olmamız gerekiyor.

Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasını, “Zaten Ergenekon yoktu, bunu muhalefeti susturmak için yapıyorlar” diyerek Ergenekon’u aklamak için kullanmaya uğraşanlara pabuç bırakmamalıyız ama...

Bir yandan da bu tutuklamalarda mantığımızı ve vicdanımızı zorlayan noktaları sorgulamalıyız.

Şener’in ve Şık’ın “elli soruluk” bir savcılık ifadesi var ortalıkta.

Ben hukukçu değilim ama bu “sorular” ve “cevaplar” eldeki tek unsursa, bunlarla “örgüt üyeliği” kanıtlanamaz.

Savcı Öz, yaptığı açıklamada “gizli deliller” olduğunu söyledi.

Onların ne olduğunu bilmiyoruz.

Bir an önce “iddianame” yazılıp, o “deliller” her ne ise açıklanmalı.

Aksi takdirde bu “kuşkular” dinmez.

Bu iki gazetecinin Ergenekon ile ilişkilerini çok somut olarak ortaya koyamayan bir iddianame, bugüne dek Ergenekon soruşturmasında çok başarılı işler yapan hükümeti, savcıyı ve polisleri “hesap sorulması gereken” merciler haline getirir.

Ergenekon çetesinin bütün unsurlarıyla birlikte yakalanmasını istiyoruz ama Ergenekon soruşturmasının bir keyfiliğe dönüşmesini, devlet gücünün “hukuk dışı” amaçlarla kullanılmasını da istemiyoruz.

Bu noktada, “fırsat bu fırsat” diyerek Ergenekon’u tümden aklamaya çalışanların tuzağına düşmemeliyiz ama bu tuzaktan kurtulacağız derken “hukuksuzluklara ve usulsüzlüklere” gözlerimizi kapayan bir körlüğe de savrulmamalıyız.

Cumhurbaşkanı’nın bile “kaygılı” olduğunu açıkladığı bir süreçte hukukun ölçülerinden sapmamamız gerekiyor.

Hukuk, afakî, muğlâk iddiaları “kanıt” olarak kabul etmez.


“Ergenekon’un medya bacağı”
olması kimseyi şaşırtmaz, bu medya, 28 Şubat’ta darbe olması için generallerden bile daha çok çaba göstermiş insanları da içinde barındırıyor ama “Ergenekon’un medya bacağı tutuklanan bu iki gazeteci mi” sorusuna vicdan rahatlığıyla “evet” diyebilecek çok fazla insan olabileceğini de sanmıyorum.

Ergenekon’un ortaya çıkarılması, soruşturmanın mümkün olduğunca derine gidebilmesi için, Ergenekon soruşturmasının da denetim altında tutulması gerekir.

Şu anda çıkan ses, bu soruşturmanın selameti açısından sağlıklı bir gelişme bence.

Denetlendiğini bilmek kurumları sağlıklı ve diri tutar.

Bu söylediklerim hukukla ilgili ama bu olayın bir de toplum ve siyaset boyutu var.

Kamplaşmanın gittikçe daha keskinleştiği bir dönemden geçiyoruz.

Başbakan Erdoğan’ın ve AKP’nin iyice anlaması gereken bir durum var bence; bazıları sırf temsil ettiği değerlerden ve kitlelerden hoşlanmadığı, askerî vesayeti gerilettiği için bu partinin “yeminli düşmanı” olarak davranıyor ama bir de seçime yaklaştıkça şahit olduğumuz “garipliklerden” ürken samimi insanlar var.


“Heykel, dizi, içki”
gibi gereksiz tartışmalar, polislerin sokaklarda “içki avına çıkması”, Başbakan Erdoğan’ın gittikçe daha milliyetçi bir söylemi benimsemesi, Avrupa’dan uzaklaşması, “başkanlık” meselesine aklını fazla takması, bu toplumun önemli bir kısmının kendini tehdit altında hissetmesine yol açıyor.

Başbakan Erdoğan ve AKP, bu seçimlerde yüzde elli oy alabilir ama eğer karşısındaki yüzde elli kendini “ortak bir güvensizlik” içinde hissederse, bu güvensizlik insanların içinde kök salarsa, Erdoğan, alacağı yüzde elli oya rağmen ülkeyi yönetmekte zorlanır.

Eğer toplum iki parçaya ayrılır ve birbirlerine kuşkuyla ve nefretle bakarsa, o toplum belaya yol alır ve yönetilmesi imkânsız hale gelir.

AKP, insanları hayat tarzları üzerinden yargılayan, hayat tarzlarına yasaklar getirmeye çalışan CHP’ye benzerse, öyle bir parti olduğu izlenimi yaratırsa, Kemalist bir CHP ile dindar bir CHP bu ülkeyi infilak ettirir.

Diyarbakır’dan yeni dönen Markar Esayan, Güneydoğu’da sokakların çok gergin olduğunu söylüyor.

Doğu’da Kürtlerin, Batı’da “modernlerin” kendilerini tehdit altında hissedeceği bir toplumu nasıl yönetebilecek Erdoğan?

Kimsenin benim fikrime önem vereceğini sanmam ama söylememek de elde değil; Erdoğan bu gerginliği yatıştırmak zorunda, gerginliğin kendisine oy getireceğini düşünebilir ama seçime kadarki süreçte iyice derinleşecek düşmanlıkları sonra nasıl barışa çevirebilecek?

Gazetecilerin tutuklanmasının yarattığı büyük kuşku dalgası, insanların kuşkulanmaya hazır olduğunu gösteriyor, bu kuşkuyu yatıştırmak bu ülkeyi yönetenlere düşüyor.

Erdoğan, bir seçim zaferi için bu gerginliği sürdürürse, korkarım kazanacağı zafer “Pirüs zaferine” dönüşür, galip de mağlup da birlikte kaybeder.