Yakın dönemde yaşadığımız Gazi ve Sivas katliamı gibi iki acı olay bile rahatlıkla manipüle edilip, tarih yalanlarla yeniden yazılarak bugün birilerine hizmet eder hale getirilebiliyor.

 

O nedenle, o süreçleri yaşayan biri olarak bazı yanlışlara müdahale etme gereği hissettim.

 

SİVAS VE GAZİ KATLİAMLARI NEDEN YAPILDI?

Dünyanın kendi etraflarında döndüğüne inanan bazılarına göre Alevileri hedef alan bu iki katliamda amaç Alevileri cumhuriyetin bekçisi haline getirmek, İslami kesime karşı bir tepki oluşturmak, İslami kesimlerin üzerine gitmenin zeminini yaratmaktı.

 

Bu amaçla yapılan derin devlet eylemleri de olmuş olabilir, ancak bu iki katliamın bu amaçla hiçbir ilgisi yoktur. Cumhuriyetin uzun bir süredir bekçiliğini zaten elden bırakmayan Alevilerin bu durumu anlaşılmaya, araştırılmaya ve eleştirilmeye muhtaçtır, o ayrı. Ancak her zaman “laik” kesimi destekleyen ve hiçbir zaman muhafazakar, islami kesimleri desteklemeyen, desteklemesi de zor olan Alevileri katlederek “laik” yapmak mantıklı mı? Eğer böyle bir hedef varsa sünni kesimin “laik”leri destekler hale getirilmesi için eylemler yapılırdı.

 

PEKİ SİVAS VE GAZİ KATLİAMI NEDEN YAPILDI?

2 Temmuz 1993 ve 12 Mart 1995 yıllarında iktidarda DYP-SHP hükümeti vardı. Ancak SHP hükümette süs pozisyonundaydı. Ülke zaten MGK kararları ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne göre yönetiliyordu. “Hükümet olabilirsin ama iktidar asla” sözü değişmez bir kuraldı.

 

O dönemki Milli Güvenlik Siyaset Belgesi kararlarında da öncelikli iç tehdit olarak yıkıcı ve bölücü örgütler gösteriliyordu. İrticai faaliyetlerin tehdit düzeyinin öne çıkması daha ileride oldu. O dönem 1992'de yenilenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi geçerliydi. Burada “irtica” öncelikli tehditler arasında yoktu. 1997'de yenilenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde ise “irtica" da iç güvenlik tehditleri içine alındı. Sivas Katliamı 1993'te, Gazi Katliamı ise 1995'te oldu. 31 Temmuz 1992'deki MGK'da Milli Güvenlik Siyaset Belgesi kabul edildi, toplantıda emekli Oramiral Kemal Kayacan'ın DHKP-C tarafından öldürülmesi de özel olarak ele alındı.

 

Mehmet Ağar’ın “bunun gibi 1000 operasyon yaptık” dediği kirli savaş ve kontrgerilla örgütlenmesinin yoğunlaştırıldığı ve devletin yeni bir konseptle “terörün kökünü kazıma “ adına devlet terörünü arttırdığı; itirafçılar, JİTEM, MİT, Emniyet İstihbaratı ve Özel Harekat Dairesi vb ile cinayetler işlediği dönem, 1992 yılında yenilenen ve kabul edilen bu Milli Güvenlik Siyaset Belgesiyle oluştu. Devletin ilgili tüm kurumları bu yeni konsepte göre ‘görev’ yaptı. Sürekli ‘derin devlet’e mal edilen bütün operasyonlar aslında bildiğimiz devletin icraatlarıydı. Hüseyin Aygün’ün “örgüt var mıydı?” sorusuna o döneme ilişkin itiraflarda bulunan Ayhan Çarkın, “Emniyet Özel Harekat Daire Başkanlığı” cevabını vermişti. Yaşananları bundan daha doğru anlatan bir ifade de olmadı.

 

1991 yılında 34 olan faili meçhul cinayet sayısı 1992 yılında 350’ye yükseliyor, 1998 yılına gelindiğinde faili meçhul cinayet sayısı onbeş bine ulaşıyordu.

 

Yıkıcı dedikleri devrimci örgütler DHKP-C, TİKKO, MLKP, TİKB vb idi. Bölücü dedikleri de malum PKK.

 

O dönem, öncelikli tehdit olarak görülen “yıkıcı ve bölücü örgütlere” karşı kuralsız, kirli bir savaşın yürütüldüğü yıllardı. Binlerce insan yargısız infazlar, gözaltında kayıplarla katledildi.

 

Balığın yaşadığı suyu, ya da onların deyimiyle “sivrisineği üreten bataklığı kurutmak” için bu yapılara destek veren halk hedef alındı. Kürt illerinde yapılanlar malum. Bugün onlarcası açığa çıkıyor. Bugün “derin devlet” denilen, aslında düpedüz devlet olan fail, insanları öldürdü, köyleri yaktı, boşalttı.

 

Sol örgütlere yönelik ise özellikle gözaltında kaybetme ve yargısız infazlar devredeydi. Ayhan Çarkın’ın itiraf ettikleri bu döneme dairdir. Birileri itiraf etmediği için bilinmeyen bunlar gibi binlerce olay vardır. Sol örgütlerin kurutulacak denizi ise Alevilerdi. Çünkü örgütlerin içinde Aleviler çoktu. Çatışmalarda ölen devrimcilerin cenazeleri sıklıkla cemevlerinden kalkmaktaydı. Başta Gazi Mahallesi olmak üzere, Okmeydanı, Küçük Armutlu, Nurtepe gibi Alevilerin ağılıkta olduğu mahallelerde sol örgütler sürekli eylemler düzenliyordu. Buralara devlet kolay giremezdi.

 

Yine Sivas, Tokat, Erzincan, Tunceli gibi Alevilerin yoğun olduğu illerde sol örgütlerin de gerilla faaliyeti başlamıştı. Bu faaliyetler ağırlıklı olarak Alevilerden destek görüyordu. Yüzlerce yıldır yaşadıkları zulüm ve katliamlarla doğal isyan potansiyeline sahip olan Aleviler, devletin inkarcı, asimilasyoncu politikaları nedeniyle kurtuluşu devrimde görüyordu.

 

O nedenle PKK’nin denizini kurutmak ve yıldırmak için yapılan kirli savaşta köyle yakılırken, başta DHKP-C olmak üzere sol örgütlerin yükselişine karşı da Sivas ve Gazi katliamları tertiplendi.

 

Sivas’ta kullanılan kitle milliyetçi ve muhafazakar Sivaslılardı. Tıpkı Çorum’da, Maraş’ta olduğu gibi… O nedenle, sürekli provokasyona gelmeye hazır halde bekler gibi insanları vahşice öldüren bu kesimlerin kendileriyle yüzleşmesi zorunlu. Ancak, devletin eli olmasa orada böyle bir şeyin yaşanması da mümkün değildi. O sırada hükümette olan SHP’li milletvekillerinin bile gayretlerine devlet sessiz kaldı, katliamın, Alevileri cezalandırma operasyonunun sonuçlanmasını bekledi.

 

GAZİ KATLİAMI

12 Mart 1995 günü, İstanbul'un Gazi Mahallesi'ndeki İsmetpaşa Caddesi üzerinde bulunan ve çoğunlukla Alevilerin gittiği Doğu, Dostlar ve Yavuzkardeşler isimli kahveler "bilinmeyen" kişilerce tarandı. Doğu Kahvesi'nde bulunan Halil Kaya yaylım ateşinde hayatını kaybederken, saldırganlar bir taksiyi gasp ederek kaçtılar, taksi şoförü Mesut Efe'yi de öldürerek aracın bagajına koydular. Bunun üzerine Gazi Mahallesi'nde halk sokağa döküldü. Olaylar Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi'ne de sıçradı. Polis, saldırıyı protesto eden halka ateşli silahlarla saldırdı. 22 kişi polis terörü sonucu hayatını kaybetti.

 

Burada da amaç sol örgütlere destek veren Alevileri cezalandırmaktı. Özellikle DHKP-C üst düzey devlet görevlilerine yönelik etkili suikastler yapıyordu. MİT, asker ve polise yönelik bu eylemler sonrası Necdet Menzir, Hayri Kozakçıoğlu, Mehmet Ağar intikam yeminleri ediyordu. Bu eylemlerle alakası olmayan örgüt sempatizanları bile sokakta gazete satarken, ya da evine yapılan baskında misilleme amacıyla öldürülüyor, yanına bir silah bırakılıp senaryo basına veriliyordu. Ancak o dönemleri hep beraber yaşadığımız insanlar bile bugün bunları yaşamamış insanların uyduruk senaryolarına itibar ediyor, kendinden şüpheye düşüyor.

 

O DÖNEMİN AKTÖRLERİ

O tarihlerde hükümet DYP-SHP koalisyonu şeklinde ve 50. hükümetin başbakanı Tansu Çiller. İçişleri Bakanı Nahit Menteşe. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar. İstanbul valisi 1987-1991 yılları arasında Olağanüstü Bölge valisi olarak görev yapan Hayri Kozakçıoğlu. İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ. Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Hareket Dairesinde İbrahim Şahin.

 

1994 yılının Ocak ayı ile başlayan Behçet Cantürk, Enis Karaduman, Hacı Karay ve Savaş Buldan faili meçhul cinayetlerinin işlendiği Sapanca-Hendek-Düzce üçgenin jandarma bölgesi alanında kalması nedeniyle buranın sorumlusu, 1996 yılında generalliğe yükselen, Susurluk kazası öncesi Abdullah Çatlı'nın telefonda konuştuğu son kişiler arasında olan, "Türk birliği mutlaka tecessü edecektir, asil Türk milletinin yolu Tanrı dağlarından Ergenekon'dan geçecek" diyen ve Ergenekon operasyonunda ismi geçen Kocaeli İl jandarma Alay Komutanı Veli Küçük.

 

Ergenekon operasyonunda Gazi mahallesindeki katliamın Veli Küçük’ün talimatıyla yapıldığı iddiası da yer almakta. Ancak olayın ayrıntıları ve detaylarına henüz ulaşılabilmiş değil.

 

Bir şey daha hatırlatayım. Sivas ve Gazi katliamlarından sonra sokaklara çıkan devrimci sol güçlerin haykırdığı slogan “Kahrolsun MİT, CIA, Kontrgerilla” idi. Hrant Dink’in katlinden sonra da en gür atılan, herkesin katıldığı ve bağıra bağıra alanları inlettiği slogan “Katil devlet hesap verecek” idi. Bu halk, kendi katilini çok iyi biliyor ama iş aydınlara, yazarlara, gazetecilere, tarihçilere gelince sular bulanıyor.

 

ERGENEKON BUYSA FASA FİSODUR

Geçtiğimiz günlerde bir haber yayınlandı. Buna göre, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, firari sanık Gülseven Yaşer'in Interpol tarafından kırmızı bültenle aranması için Ergenekon'un fotoğrafını çekmiş.

 

Sözde, Ergenekon'un eylemleri, eylem planları ve cephanelikleri tek tek anlatılmış. Ergenekon 4 silahlı ve ölümle sonuçlanan eyleme imza atmışmış...

 

Açıkçası bu haberlere bakarak Ergenekon’un fasa fiso olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

Evet, bunlar da Ergenekon’un faaliyetleridir, ancak bunlar okyanusta sadece küçücük bir damladır.

 

Başta Sivas ve Gazi katliamları olmak üzere binlerce provokasyon, faili meçhul cinayet, yargısız infaz, gözaltında kayıp ortaya çıkarılmadan ‘Ergenekon’a ulaşılamaz. Ayrıca ‘derin devlet’ denen yapı ‘Ergenekon’la sınırlandırılamaz. 6-7 Eylül’le, Maraş’ın, Musa Anter’in öldürülmesi ile Sivas’ın bağını kurmadan devletin bağırsaklarını temizlemesi mümkün değildir. Belki de bağırsaklarını temizleseler ortada devlet kalmayacak, o nedenle bir şey yapmıyorlar.

 

ERGENEKONU SULANDIRAN CEMAATTİR

Bugün Ergenekon operasyonunu da diğer operasyonlar gibi yöneten ağırlıkla cemaat. Bu operasyonlar neticesinde bazı derin ilişkilerin ve eylemlerin açığa çıkarılması, bazı darbe planlarının deşifre edilmesi ve bazı sorumluların yargılanması elbette olumlu. Buraya kadar sorun yok. Ancak sorun, cemaatin olayları algılayış, yorumlayış ve yürütüş tarzında. Yaptıklarıyla bizzat kendisi, Ergenekon ya da derin devletin üzerine gidilen süreci sulandırmakta, at izini it izine karıştırmakta, fotoğrafı bulandırmakta.

 

Örneğin Sivas katliamı ile ilgili yaptıkları yayınlar bile ne demek istediğimi anlatmaya yeter. (Vaktim ve yerim olsa yüzlerce örnek de verebilirim.)

 

Cemaate göre Sivas Katliamını Ergenekon, PKK, İşçi Partisi, Pir Sultan Abdal Derneği, Aziz Nesin, SHP, Ziya Halis, Yücel Halis daha bir sürü insan hep birlikte yapmış. Amaç da masum dindarları hedef haline getirmek. Dergi ve gazetelerinde bu yönde yaptıkları haberleri okuyup da bir şey anlayan beri gelsin. Olaya sadece “dindarları nasıl aklarım?” mantığıyla yaklaştıkları için, “dindarlar masum diğerleri şeytan ve hepsi ittifak halinde” fotoğrafı çizmeye çalışıyorlar.

 

Cemaatin amacı derin devletin bağırsaklarını temizlemek, geçmişle yüzleşmek, demokratikleşmek yerine bunların içinde kendilerine yönelik olanları açığa çıkarmak, bu arada kendilerine muhalif herkesi karalamak olduğu için tarihi yeniden yazıyor, bilgileri çarpıtıyor, olguları karıştırıyor. Böylece Ergenekon operasyonunu da sulandırıyor. Bu operasyonlarda samimilerse polis ve savcı üzerinden yürümek yerine, sürece güvenilir ve donanımlı araştırmacı, yazar, tarihçi ve aydınları da dahil etmeleri yerinde olacak. Çünkü onların algı dünyasının, bilgi düzeyinin işi götürdüğü yer şaibeli.

 

Bu nedenle Ahmet Şık ve Nedim Şener Ergenekoncu olmaktan tutuklanıyor. Bu nedenle Büşra Ersanlı KCK’li yapılıyor. Bu nedenle Hanefi Avcı hem Ergenekon, hem Devrimci Karargah üyesi oluyor. Bu nedenle farklı sosyalist legal yapılardan çok sayıda insan Devrimci Karargah üyesi olmaktan tutuklanıyor. Say say bitmez… Ancak biz bile sadece kamuoyunun tanıdıklarını sayıyoruz…

 

Yani, Cemaat Ergenekon’un üzerine giderken Ergenekon’u sulandırdıkça sulandırıyor.

 

Hükümetinse, -bakmayın siz CHP’ye gol atmak için Dersim’in üzerine gitmesine-, Mehmet Ağar dönemini aydınlatmaya hiç niyeti yok. Ayhan Çarkın’ın verdiği bilgiler bile çorabı sökmeye yetecekken bir arpa boyu yol alınmıyor. Çünkü orada öldürülenler içinde, Cumartesi Annelerinin ellerindeki binlerce fotoğraf içinde bir tane bile Cemaat mensubu yok. Bir tane AK Parti geleneğinden gelen insan yok. Her dönem mağduru oynadılar ama ne 12 Mart’ta, ne 12 Eylül’de, ne de şimdi; ne bir tek tutuklanan, ne bir işkence gören, ne bir ölen insanları var. Türkiye solu binlerce kadrosunu bu faşist devletin dişlileri içinde kaybederken, onlar o devlette kadro olmak için yarıştı. Şimdi devlet oldular. Devletle kavgayı sol verdi, maçın galibi ise hiç sahada olmayanlar oldu.

 

Solculara düşen, arkadaşlarının fotoğraflarına bakıp bakıp yaşadıklarına kahrolmak.

 

Şimdi, tarih yalanlarla yeniden yazılıp, yıllardır devlete karşı dişe diş mücadele yürütüp binlerce arkadaşını yitiren solcular, bu faşist devlet ve düzenle irtibatlandırılıyor, Kemalist, orducu, darbeci, ergenekoncu ilan ediliyor.

 

Cengiz Çandar bir twitter mesajını köşesine taşımıştı, ben de paylaşayım: “Alevi yakarsanız zamanaşımından; Ermeni öldürürseniz delil yetersizliğinden; Kürt öldürürseniz kahramanlıktan cezasız kurtulursunuz bu ülkede”.

 

Yalnız eksik bırakmış. Devrimcileri, solcuları öldürürseniz ise hiçbir şey olmaz, nasıl olsa unutulur. Mustafa Suphi’nin, Sabahattin Ali’nin katilleri ortaya çıkarıldı mı ki, Ayhan ve Ali Efeoğlu kardeşlerin katilleri ortaya çıkarılsın?