Entropi, termodinamiğin ikinci yasasıdır. Eskiden "kaos" ile karıştırılırdı. Oysa sonradan öyle olmadığı ortaya çıktı. Bir araya gelen her şey, zamanla dağılmaya mahkûmdur. Bu aynı zamanda Allah'ın yasasıdır. Doğa ve evren onun bir mahlûku olduğuna göre. Toplanan enerji mutlaka dağılır. Atomların ve moleküllerin muhtemel davranışı bu yasa ile açıklanır. Evrende, âlemlerin içerisinde ve yaratılmışların arasında bu yasanın hiçbir istisnası yoktur. Önemli olan durumun kendisi değil, sürecin kendisidir... Keza Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi başarılı taktik, yöntem ve stratejileri ile çeyrek asırdır bir araya getirdiği, topladığı bir seçmen kitlesi var ve bu koza yavaş yavaş çatırdamaya başladı. Hızlı olması elzem değildir ama artık geri dönüş yok. Süreç eninde sonunda tamamlanacak. Eminim Erdoğan bu gerçeği görerek en geç 2028 yılında kendi kişisel kariyerinin zirvesinde siyaset sahnesinden çekilecektir... Zira entropinin diğer bir ilginç yanı da kademeli ve kontrollü olma sürecini gerçekleştirmesidir. Kuşkusuz entropi bu sürekli dönüşümün temelidir... Muhterem Reis’in gedikli ‘kankası’ Bahçeli’yi taklit ederek; “haydi, hayırlı olsun” diyebiliriz...

Aslında bu seçimde her iki taraf da başarısız oldu denilebilir. AKP+MHP ittifakına bakacak olursak; zaten yazılı ve görsel medyanın %95'i ellerinde, tüm devlet imkân ve olanaklarının son kuruşuna kadar kullanılmış olmasını da buna eklersek ve Cumhurbaşkanının gece gündüz parti çalışması yapması neticesinde, ancak oyların %52'si alındı ve buna karşılık belli başlı büyükşehirler kaybedildi. Öte yandan, Millet İttifakı bakımından, Atatürk'ün kurduğu CHP, milliyetçi yönelimli İyi Parti ve Kürt seçmenin oylarını toplayan HDP birleşerek ancak yarıya yakın bir oy alabilmişler, bunun yanında büyük şehirleri kazanmışlar... Yani pek ileri demokrasimiz sayesinde ve olağandışı bir katılım oranı ile her iki tarafı da eşit oranda hem hoşnut hem hoşnutsuz edebilecek bir sonuca ulaştık...

Zaten Tayyip Erdoğan'ın veya Binali Yıldırım'ın mağlubiyeti paşa paşa kabul edeceklerini hiç beklemiyorduk. Cumhurbaşkanı kendisi sonucu veya muhtemel sonuç hakkındaki görüşünü her iki balkon konuşmasının bir tanesinde beyan etmek yerine, Yıldırım'a emir buyurdu, "çık kürsüye, öndeyiz, kazandık de, bozuntuya verme" talimatını verdi. Yıldırım da elbette her zamanki gibi bu fermanı yerine getirdi, berbat bir surat ifadesiyle "galibiyet" açıklaması yaptı. Sonraki gün ise YSK'nın (müşterisi olmadığını dillendirdiği) AA'yı alenen azarladığı açıklama ortadaki dengeyi değiştirdi. Şu an bazı ilçelerde oyları yeniden saymalar, hırlaşmalar, ürküntüler ve ikircikli tereddüt geçirmeler sürecinin tam içerisinden geçmekteyiz. Adrenalin seviyesi inmedi, heyecan henüz bitmedi...

Fakat Erdoğan'ın "Biz siyaseti milletle inatlaşma olarak görmüyoruz. Hizmet yarışı olarak görüyoruz." açıklaması sürpriz kabul edilebilir. Aslında bu tür açıklamaları Başkanlığı kazandığı referandum sonrasında yapmalıydı. Oysa kendisi belli ki yerel seçimleri de aradan çıkardıktan sonra yumuşama ve uyum sürecine girmeyi kendi siyasi çizgisi açısından daha uygun gördü. Adnan Menderes'in 1957’de yaptığı bir konuşmada sarf ettiği şu sözleri gerçek oldu: "Milletimiz menfi telkin ve tazyiklere itibar etmeyecek derecede iz'an ve feraset sahibidir."

Ekonomide gelen sinyaller asla araya kaynamamalı ve unutulmamalıdır. Nisan ayında 8,1 milyar dolar (5,1 milyar dolar bankaların olmak üzere) ve Mayıs ayında ise 8,2 milyar dolar (6,3 milyar dolar bankaların olmak üzere) dış borç geri ödemesi bulunmakta. Bu durum da doğal olarak kur seviyelerini zorlayacak. Bankaların dış borç yenileme oranı 70'lere kadar düştü. Döviz tevdiat hesapları ise (katılım bankaları ile birlikte) 15 Mart itibariyle 207 milyar doları aşmıştı. 2018 sonundan itibaren 9,2 milyar tutarında bir artış gözlemlendi. Bunun 26 milyar doları yabancıların, geri kalanı yerlilerin paraları. Yani demek ki kendi vatandaşlarımız pek yerli ve milli duruş sergilememişler, Reis'in söz, vaat ve öngörülerine pek de kulak asmamışlar. Köşe başlarında tanzim satış kuyrukları oluşturarak, fiyatları yine bizim kendi cebimizden çıkmak üzere sübvanse ederek bir ülkenin ekonomisi yönetilemiyor ve iyileştirilemiyor, bu artık ortada.

Yapısal reformlar kaçınılmaz. IMF uzaklardan göz kırpıyor. Yapısal reformlara özgürlükçü, eşitlikçi bir yönetim ve hukukun üstünlüğünün sağlanması elbette dâhil. Bu iktidarın kızağa aldığı eski bakanlardan Ali Babacan Nisan 2014'te, bundan tam 5 sene önce, şu sözleri söylemişti; "Bizim tek çaremiz daha iyi işleyen bir demokrasi, tek çaremiz temel hak ve özgürlükler konusunda en ileri standartlara ulaşabilmek, tek çaremiz hukukun üstünlüğünün Türkiye'de en iyi şekilde uygulanıyor olması... Eğer hukuk devleti olamasak, demokrasi de eksik, sıkıntılı bir demokrasi olarak kalır, ekonomimiz de hiçbir zaman arzu ettiğimiz noktaya ulaşamaz". Bu millet bile görmeye başladı ki, 2023 hedefleri birer hayal ürünüdür. Örneğin hedeflerin arasında ihracatımızın 2019 yılında 317 milyar dolar ve 2023 yılında 500 milyar dolar olacağı var. 2019 yılının ikinci çeyreğine girdiğimizde, şu an ulaştığımız seviye 170 milyar dolar. Erdoğan sadece hayal satarak, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk'ten sonraki ikinci popüler figür haline gelmeyi başardı...