Herkese ve her şeye rağmen, hâlâ sadece ben karar veririm, diyebilmek cesaret işi. Ama ne cesaret…

İnsanlarımız bölünmüş ve çözülmüş.

Kendi haline bırakılmış.

Daha sağım zamanı gelmemiş gibi.

Savrulur mücevher beyinler

Ya Avrupa pazarlarına

Ya mahpus damlarına.

Sorunlar yığın yığın. Ama, âmâ olduğumuzdan göremiyoruz. Söylediklerimizin alkışlanmasıyla haklılığımıza pay biçiyoruz; alkışlayanların kim olduklarına hiç mi hiç önem vermeyerek. O keyif veren alkışlar karşısında zevkten dört köşe olup, pervasızca bir selamlamayla ‘beni siz yarattınız’ var ya… İşte sen, seni alkışlayanlar kadarsın. Neylersin ki, balık suda ama sudan bi haber.

Siyasetçilerin kutuplaştırma siyasetinin nerelere varacağını tahmin etmek güç değil ama çok gülünç. Birlik beraberlik, hak, hukuk, adalet, eşitlik, vb. için işe soyunanların kendilerini ‘gökten zembille inmiş’ sanmalarının anlaşılır hiçbir tarafı yok. Ama gel gör ki, bunu anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor.

Beyin körü olmanın ne kadar zor olduğu, onu tedavi etmeye başlamayla değil, niyetlenmeyle bile anlaşılıyor.

Kör ve kötürüm olduğu halde bir de yerinde durmuyorsa işin iş. Asıl mesele buradan kaynaklanmaktadır. Aman ayağı taşa takılır, aman kayadan düşer, araba çarpar, parayı çarçur eder gibi kaygılardan, devasa bir kitle sakara yardım için eşlik ederken; bir kitle de nereye gidildiğini önemsemeden arkalarından gider. Bir süreliğine selamet içinde yaşanıyorsa; endişelenenlerin yol göstermesinden ve korumasındandır.

Devlet adamlarının ve hatta siyasetçilerin de kişisel çıkarları sebebiyle körlük yaşayabilecekleri göz önünde bulundurulmalıdır. Kendisine, yakın çevresine, fikirdaşlarına, yandaşlarına dokunulmadığı sürece bozuk düzenin devam etmesi ve dokunulunca da düzeninin meşruluğunun savunulması kişisel körlüktür. Memleketimizde bu tür körlüklere ve devamında kötülüklerle karşılaşmasak bile, şu bilişim çağında dünyanın diğer ucundan da olsa benzer haberleri sizler de duymuşsunuzdur.

Bazı ülke seçilmişlerinde rastlanılan bir durum da şu: Yapılan yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, çıkar sağlama, ihaleye fesat karıştırma, akıl almaz pahalı hediyeleri kabul etme, kişisel menfaatleri karşılığında ülkesinin kaynaklarını gizlice satma, seçimlere hile karıştırma, güvenlik güçlerini bir grubun menfaatleri için kullanma, darbe yapma gibi daha çok sayıda örneği olan hukuksuzluklar ortaya çıktığında; kendilerinde kaygıdan, endişeden ve korkudan eser olmadığının açıkça fark edilmesidir.

Kaygı, endişe ve korku duymamalarının sebebi, kendi taraftarlarının çok güçlü olmasına dayanır. Gerçekleri göremeyecek kadar gaflette olduklarından olabileceği ihtimal dâhilinde- güçlü bir halk desteğine sahip oldukları rüyasının her an biteceğini hatırlamak bile istemezler. Hatta destekçilerin çok sayıda olması ve kendilerine olan güvenden sorgulanmayacaklarını bilmelerindendir. Hem kendilerini sorgulayabilecek bir kitlenin mevcut olmadığının bilincindedirler. Hem de yönlendirdikleri kitlenin bilinçsiz ve yeniliklere kapalı cahiller topluluğu olduğunu kabul ederler. Yönlendirilmiş, hedefe kilitlenmiş, belli amaçlar için kullanıldıktan sonra aç ve açıkta bırakılacağından habersiz kitlelerin davranışlarına ise kitlesel körlük denir.

Seçilmişler, ülkenin her bir kaynağını, seçmenleri hizalamak için birer terbiye enstrümanı olarak kullanabilirler. Görünürde yani vaatlerde; yatırım aracı, milli menfaatler gereği, sağlıklı toplum ortamı, doğanın korunması, halk güvenliği, yurt savunması gibi toplumsal menfaatlere hitap eden yatırımlar kabul görür ve benimsenir. Gerçekte ise, vaat edilenlerin kaçta kaçı yapıldı, yapılmayanların neden yapılmadığı; aç ve açıkta bırakılanlar yani kitlesel körler tarafından sorgulanmaz. Sorgulanmayınca da, bu cinliklerini ‘halkın ağzına çalınmış bir parmak bal’, kurnazlığıyla kendilerini deha zannederler.

Tarihte benzer durumların çokça görüldüğü bildirilmektedir. Kısa süre içinde çöküşle sonlanan bu yönetimlerde halkın kahir ekseriyeti (günümüz dünyası için, ‘kahreden çoğunluk’ olarak tercüme edebiliriz) ekmeğe muhtaç ama gururludur. Fakirdir, çünkü geçmişte kralların malları kendileriyle gömülürdü. Kral sarayın bütün mal varlığıyla, mezarında altın, gümüş ve mücevherlerle sevişirken; halk ayakta kalma savaşı verir. Kimi kıtlıkla, kuraklıkla, talanla mücadele ederken; kimi savaş meydanlarında, ölmüş krallarının onurunu canları pahasına korumaya çalışmaktadır. Her karış toprağının ter ile yoğrulduğu varsayılan memleketin, canla bedel ödenerek savunulabileceğine olan inanç tamdır.

Geçmişte, açların ve açıkta bırakılmışların, kölelerin, esirlerin karın tokluğuna akıl almaz oyunlara araç olduklarının ahvali bu.

Günümüzde eğitimin işlevselliği, imkânların sunulması, fırsat eşitliğinin son derece güzel uygulanışı ve kitle iletişim araçlarının yaygın kullanımı münasebetiyle halkın aydınlanmasını sağlamıştır. Aydın bu halk, artık ne soyguna, talana ve yalana yer veriyor ne de krala, padişaha, diktatöre.

Fakirin savaşa zorla götürülmesi söz konusu değil. Gitmek zorunda bırakılmışsa da parasını almaktadır(!).

Günümüzde haksız kazanç sağlayan birilerinin cezalandırılmaması söz konusu olamaz. Hırsız bir defa cezasız bırakıldığında, siyasetçi bir daha seçilemeyeceğinin farkındadır. Çünkü halkın seçme yetkisi var. Bu yetkisini şaşmaz bir terazi kadar hassas kullanır. Bu alanda adaleti de sağlamış olur.

Böylece halkın yöneticilerini seçme yetkisi, seçilmeye hevesli adayların iştahını kabarttığı gibi, temkinli olmaya da özen göstermelerini sağlar. Halkla ters düşmemek ve onun sevgisine mazhar olmak isterler. Hileye ve halkı kandırma yoluna asla başvurmazlar. Çünkü bilirler ki, halk eski halk değildir. Bilir ki, mürekkep yalamış; siyasetten, ekonomiden, sosyolojiden, teolojiden, felsefeden, hukuktan, adaletten ödün vermeyen bir topluluğun, kurt politikacılara ve eskimiş seçim hilelerine kanması mümkün değildir.