Tiyatro Boğaziçi tarafından Maya Sahne’de oynanan  "Eleni’den Mektuplar" bir toplum adına insanlığın yakın tarihine yazılmış mektuplar ve arkalarındaki öykülerden oluşuyor. 6-7 Eylül olaylarından günümüze, bir ideoloji olarak erkeklikten, ‘yabancı’lığın bu topraklardaki tarihine kadar, yerlileşmemiş olan tek duygumuzu, 'utancı' anlatıyor…

 

Maya Sahne’de oynanan oyun iki kardeşin düştükleri bir ‘ada’da yaşadıklarını konu alıyor. Aile ilişkilerindeki yapmacıklığın ve samimiyet yokluğunun yarattığı mesafenin, iki insanın birbirlerine yabancılaşmaları (abi kardeş dahi olsalar) şeklindeki sonucuna dair gözlemle başlayan oyun, insanın aslında ‘küçük yalanlarla’ kendi geçmişine de nasıl yabancı olabileceğine, bu dünyanın bilgisinin sadece ‘öğrenilen’le sınırlı olmasının aldatıcılığına işaret ediyor…

 

Eleni’nin mektupları birçok şey anlatıyor evet; ancak 6-7 Eylül’de başlayıp ‘korunmak adına’ Türk yapılan, kadınlığın ‘zor’ yollarından geçen, ailesini kaybeden bir kadının hayat öyküsünün ters çevrilmiş şemsiyesinde biriken gözyaşlarının öyküsü olmaktan öteye gidiyor. Oyun, bir ağıt olmaktan ziyade bir ‘yüzleşme’ niteliği taşıyor.

 

Dekorun ve Işıkların Belirleyiciliği

Maya Sahne’de sergilenen oyunun belirleyicilerinin başında ışığın kullanımı geliyordu. Sahne geçişlerinde ışık aracılığıyla oluşturulan silüetler, oyundaki sanat yönetiminin en az oyun kadar etkileyici olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Oyundaki hem zamanı belirten hem de ‘olayın geçtiği ülkeyi tanımlayan’ ezan ise, türk-sünni-erkek sisteme açık bir eleştiri sunan ama bunu seyircinin gözüne sokmadan yapan metin için Sevilay Saral’a, metni kaybetmeyen oyun içinse Metin Göksel’e teşekkür etmek şart.

 

Duygu Dalyanoğlu’nun oyununun oyunu zirfeye taşıyan faktör olduğunu söylemekte fayda var. Zaten metin de ‘kadınlıktan’ kalma bir hikayenin, ‘ırkçılığın’ ülkesinde omuzlarında bir yük olmasına varırken Dalyanoğlu’nun canlandırdığı Feride karakteri, adının öyküsünü bile bilmeyen bir kadın olarak aslında ‘özgür’ olan aklı yansıtıyor. İlker Yasin Keskin’in canlandırdığı Adnan karakteri ise türk-sünni-hetero-orta sınıf erkeğin tüm ‘ideolojik’ hastalıklarını barındırırken, aslolan geçmişini inkardan başka bir şans bulamıyor, zaten metnin kırılma noktalarından biri de bu oluyor.

 

Kız kardeş-ağabey çatışması ekseninden kadın-erkek çatışmasına, kuşat çatışmasından, etnik ayrımcılığa, resmi tarihin aldatıcılığından moderniteye oyun ‘göze sokmak’ yerine estetiği öne çıkaran bir eleştirel anlayış tutturması ise metni hem güncel hem kalıcı yapan şey oluyor. Özellikle epik tiyatroya alışkın olanlar için farklı bir deneyim olacak oyun Maya Sahne’de sergilenmeye devam ediyor… 6-7 Eylül ve Maraş provalarının yeniden sahneye konduğu dönemde, hepimize başka bir şey söylüyor. Faşizmin ne kadar sinsi ve sonuçlarına dair bilginin ne kadar sansürlü olduğunu…

 

Yazan: Sevilay Saral
Sahneye Koyan: Metin Göksel
Sahne Tasarımı: Âli Özgün Büyükışık
Kostüm Tasarımı: Duygu Dalyanoğlu, Nilgün Ilgıcıoğlu
Işık Tasarımı: Levent Soy, Uluç Esen
Koreografi: Banu Açıkdeniz
Afiş Tasarımı: Zeycan Alkış
Müzik Düzenleme ve Efekt Tasarımı: Diler Özer, Ferhat Güneş
Efektör: İlker Yasin Keskin
Işık Uygulama: Özgür Eren
Sahne Tasarımı Uygulama: Ayşegül Bayduz, Âli Özgün Büyükışık
Fotoğraf: Ceyda Binyıldız

 

Oyuncular (sahneye giriş sırasıyla):

Adnan: İlker Yasin Keskin
Feride: Duygu Dalyanoğlu
Eleni/Edibe: Pelin Batu/Zeynep Okan
Diyojen: Cüneyt Yalaz