“İttihat ve Terakki Partisi” yıkılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu topraklarında “ittihat”ı, yani“birlik”i ve “terakki”yi, yani “kalkınma”yı savunan bir partiydi. Her ne kadar İslami kesimlerde olumsuz bir tonla anılsa da İttihat ve Terakki Partisi özünde “İslami” yanları ağır basan bir partiydi. Nitekim, 1908 sonrası ulus-devlet heyecanı etnik kökenleri farklı “Müslüman” Osmanlı ahalisini etkisi altına alınca İttihat ve Terakki Partisi “Müslüman toplulukların birliğini” sağlamak için çok çaba gösterdi. Balkan Savaşı’ndan sonra da ilgisini Anadolu topraklarına çevirerek benzer bir “birlik”çabasını orada da sürdürdü.

Bugünün Türkiye’sinin oluşumunda İttihat ve Terakki Partisi’nin önemli bir rolü olduğu açık. Bu partinin kadroları arasında Cumhuriyet kurulurken bir kırılma yaşanmış olsa da esas olarak partinin“tepeden inmeci modernleşme” anlayışı Cumhuriyet’le birlikte Türkiye siyasetinde devam etti.

Bunları, son günlerde AK Parti’nin siyasetindeki gelişmelerle ilgili aklıma takılan sorulardan dolayı yazıyorum. “İttihat ve Terakki Partisi”nin yerini “Adalet ve Kalkınma Partisi” mi alıyor diye düşünmeye başladım. İki parti arasındaki fark acaba “ittihat”la “adalet” arasındaki fark kadar mı? Osmanlı çökerken “ittihat”a olan ihtiyacın, bugünün Türkiye’sinde “adalet”e olan ihtiyaca dönüşmüş olduğunu varsayarsak –ki bu varsayım makul bir varsayımdır– acaba benzerlik daha derin bir benzerlik midir gerçekten?

Doğrusu bu soruların yanıtlarını ben de bilmiyorum. Ama geçen yazımda da altını çizdiğim gibi, AKP sistemle sorununu kendi lehine çözdükçe AKP’de buluşmuş ve İslami kimlik içinde varolan çeşitli gruplar ve anlayışlar arasında bir farklılaşmaya ve bir çeşitlenmeye neden oluyor. Bunun hayırlı bir durum olduğunu kimliğin içinden bir tür özgürleşme ve demokratikleşmenin ülkedeki demokrasinin kalitesini de yükselten bir etki üreteceğini öngörebiliriz.

Ama anlaşılan o ki bu kimliğin içindeki en önemli damarlardan birinin de “yukarıdan modernleşmeci” bir anlayışla hareket eden bir damarın varlığı. Başbakan Erdoğan’ın kişiliğiyle de örtüşen bu kesimin de en etkin kesim olduğu.

Nitekim AKP’nin, belki başından beri vardı ama özellikle bu seçim sürecinde giderek artan biçimde toplumu “yukarıdan dizayn etmek” üzere bir heyecan içinde olduğuna dair sayısız örnekler var.


Ekonomide, Merkez Bankası’nın bağımsızlığından, bağımsız birçok “üst kurul”un bağımsızlıklarının sona erdirilmesine, oradan Çılgın Proje’den Üçüncü Köprü’ye, oradan Türk Lirası sembolüne kadar bir çok girişimde kararların toplumla etkileşmeden “yukarıdan” alındığı görülüyor.

Doğrusu “serbestliğin” yalnızca “güçlü olanların serbestliği” olarak anlaşılmış bir toplumda“yukarıdan” da olsa uzatılan elin geri çevrilmesini gerektirecek bir durum olmadığına göre bir sorun da yok diyebilirsiniz. Ama yine de bilmek gerekir ki bir ülkedeki demokrasinin kalitesi toplumu yönetmek üzere alınan kararlarda sıradan yurttaşların ne ölçüde katkı yaptığına bağlıdır. Eğer alınan kararlarda sıradan yurttaşların bir katkısı yoksa o kararların sıradan yurttaşların yararına olduğu da kuşkulu demektir.

İslami kimliğin üzerinde yükselen AKP Türkiye’yi değiştiriyor. Ama Türkiye değişirken kendisi de değişiyor. Değişimin yönünün “daha fazla demokrasi” olup olmayacağı ise henüz belli değil. Aksine “ittihatçı” ve “kalkınmacı” damarın hâlâ çok canlı olması değişimin bir süre daha “eksik demokrasi” olarak devam edeceğini gösteriyor.