23 Haziran 2019 tarihinde yapılacak olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı seçimi için yayımlanan Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım ''tartışması'' veya açık oturumu ne kadar baskıcı, anti demokratik, tek adam rejimi ile yönetildiğimizi bir kere daha çok net olarak gösterdi. Herkes de biliyor ki, her ne kadar bir şehrin belediye başkanlığı seçimi olarak gözükse de, sadece belediye seçimi olmadığı, 23 Haziren seçiminin tek adam rejiminin oylanacağıdır.

Ortak olarak birçok kanalda yayımlanan söz konusu programın, iki başkan adayının çok önemli bir seçim hakkındaki görüşlerinin özgürce ve geniş kapsamlı şekilde tartıştığı bir yayın değil de, ilkokul beşinci sınıf öğrencilerinin bilgi yarışmasını andıran, oldukça yavan, ikna düzeyi düşük, söylenmesi gerekenleri söylemekten çekinilen, ''dağ fare doğurdu'' kabilinden bir açık oturum olduğunu öncelikle belirtelim. 3 dakikada ne anlatılabilir? Düğmeye basıp, ''konuş'' deyip, sonra ''süreniz bitti'' diyerek karşı tarafa söz verilmesi çok komik olduğu kadar, izleyenleri bile utandıran ve müsamere çocuklarının bilgi yarışmasını hatırlatan içerik yoksunluğundaydı.

Programın kalitesinin ortalamanın bile altında olduğunu küçük bir örnekle açıklayacak olursak; Binali Yıldırım sunucuya Sayıştay raporunu okuyup okumadığını sorduğunda, sunucu İsmail Küçükkaya'nın ''hayır'' diyerek büyük bir boşluğa düştüğünü gördük. Günler öncesinden belli olan ve haftalardır ''17 yıldır yapılmayan tarihi program, demokrasi tartışması'' diye büyütülen canlı yayını yönetecek kişi, her iki taraf için de çok önemli olan Sayıştay raporunun aslını okumadığını ama gazetelerden bilgilendiğini söylüyor. Binali Yıldırım ise öyle bir raporun olmadığını belirtiyor. Oysa birkaç dakika sonra Ekrem İmamoğlu raporun orjinalini kameralara göstererek Binali Bey'i boşa düşürüyordu.

Programın galibi veya daha iyi olanı açısından bir fikir vermek gerekirse, İmamoğlu'nun daha iyi hazırlandığı ve özgüveninin daha yüksek olduğu çok belliydi. Binali Yıldırım ise daha çok İmamoğlu'nu tahrik ederek hata yapmaya zorlayıp puan alma peşindeydi ama bunu da hiç yapamadı dersek doğru söylemiş oluruz. Öte yandan Binali Yıldırım, oyların çalındığı iddiasını sürdürse de yayın boyunca bunu kimin ya da kimlerin yaptığını dair tek bir tatmin edici yanıt veremedi, tıpkı bugüne kadar veremediği gibi. İmamoğlu'nun aynı soruya verdiği yanıt ise 31 Mart gecesinden beri her sözüne dakika dakika kanıt göstererek oldukça güven veren aday olduğunu gördük. Binali Yıldırım'ın İmamoğlu'nun Anadolu Ajansı'nın yayını 12 saat neden kestiği sorusana tek kelime ile ''bilmiyorum'' demesi Binali Yıldırım için tam bir çöküştü.

Ekrem İmamoğlu'nun sağ seçmenden oy alabilmek için belediyenin sosyal tesislerinde alkol yasağını savunması ise büyük bir tutarsızlıktır. CHP, laikliğin kendisi için en vazgeçilmez ilkelerinden biri olduğunu boşuna söylüyor o zaman. Siz böyle ilkelerinizle çelişerek, gerçek görüşlerinizi perdeleyip daha muhafazakar kesimi etkileyeceğinizi, o cenahtan oy devşireceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. CHP bunu daha önce baş örtüsü konusunda da yaptı. Fakat rüzgar ekip fırtına biçtiğini görmemiş anlaşılan. Öyle ya, aslı dururken kopyasını insanlar niye tercih etsin? Şöyle diyelim, medeni bir insanın belediyenin sosyal tesisinde eşiyle, dostuyla bir iki duble rakı içerek yemek yemesinin kime ne zararı var..? Alkol alan her insanın 'serseri' olduğunu kim söyleyebilir? Alkol yasağı, sosyal tesislerdeki havuzlarda kadın erkek ayrımı tek kelimeyle toplumun muhafazakar yanlarıyla uzlaşmaktır. Bu da toplumu ileriye değil, daha geriye götürür.

Öte yandan bu programın biz ilericileri ilgilendiren asıl yanı ise, yukarıda söylediğimiz gibi baskıcı, anti demokratik, tek adam rejiminin bir tartışma programı vesilesi ile bile ülkede bir dirhem özgürlük kırıntısının kalmadığının görülmüş olmasıdır. İstanbul seçiminin çok önemli olduğunu ve bir daha kaybettiğinde içten içe çatırdamaya başlayan iktidarının çok hızlı bir şekilde düşüşe geçeceğini fark eden AKP kurmayları, kendiliğinde de olsa şimdiye kadar kendilerine karşı oluşmuş muhalefet direncini test ediyor, onu parçalamak, etkisizleştirmek için her yönteme başvuruyor. Ancak bırakın muhalefet cephesini eritmeyi, aksine her geçen gün kendisi zemin kaybediyor. O yüzden 23 Haziran seçimleri bu manada belki de son test olacak. Çünkü iktidar bloğu devletin tüm imkanlarını kullanmasına rağmen İstanbul'da eğer bir kez daha yenilirse bu tek adam rejiminin sonunu hazırlayacağı çok net.

23 Haziran seçimine muhalefet cephesinin en az iktidar cephesi kadar önem vermesi gerektiği, tek parti, tek adam rejiminden kurtulmanın önemli bir adımı olduğu bugünkü 'düzen içi' diyebileceğimiz siyasi mücadelenin vazgeçilmezidir. Son yıllarda toplumsal yaşamdaki gelişmeler AKP'nin militanı ile devletin bürokratı arasındaki açıyı kapattığını bize göstermektedir. Çünkü memleketin dört bir yanındaki vali, kaymakam ve diğer mülki amirlerin İstanbul seçimleri için seferber edilmesi, Kızılay başkanın bile Binali Yıldırım için oy avcılığına çıkması, kamu bankalarının seçim öncesinde yandaş medyaya ilan yoluyla para akıtması parti devletin bir parçası değildir de nedir?

Yazımızı bu konuda bir örnek daha vererek bitirelim. Vapur iskelesinden inen İstanbulluyu zorla AKP standına sevk etmek, insanların evine neredeyse zorla girip propaganda yapmaya çalışmak, üniversite sınavı öncesinde iktidarın yanlış politikaları nedeniyle geleceğinden kaygı duyan gençlere 'Binali Yıldırım seti' dağıtmak çaresizlik değil midir? Bütün bunlar sempati uyandırmak yerine mevcut tepkiyi artırmaktadır. Dolayısıyla bu tepki insanların cesaretle dışa vurduğu bir eylemlilik biçimine bürünmektedir. Günler geçtikçe muhalefet güçlerinin daha tutarlı bir program ve meşru örgütlülük modelini oluşturması gerektiği en yakıcı bir sorun olarak adalet, özgürlük, eşitlik, hak eşitliği mücadelesinin en önemli gündemidir.