Çağının ilerisinde olan insanların anlaşılmasının zor olması münasebetiyle, dönemin kralı, padişahı, şahı tarafından, çoğunlukla; vatan haini, anarşist, kâfir vb. şekillerde tanımlanmışlardır. Sonları ise ya idam, ya da yıllarca zindanlarda çürüme. Her şeye rağmen doğru bildiklerini idam sehpasında da, mahpus damlarında da söylemeye devam etmişlerdir. Bin yıllarca sürmüş olan bu yaşanmışlıklar günümüzü ne kadar aydınlattı dersiniz?

‘İnsanların refahı ve mutluluğu için mücadele’ derken, bütün insanları kastettiğinizden bile şüphe duyacak zavallıları savunmak sabırdır, hoşgörüdür. Eksiklikleri, aksaklıkları görmek ve eleştirmek ve çözüm önermenin neyine tahammül edilemez ki. Yapılan eleştirilere, en ağır suçlamaların olabileceğine, şaşırmamalı. Bunların bilinerek yola çıkıldığını hatırlamak, unutmamak gerek. Bu söylemlere rağmen, insanların geleceğine ışık tutacak aydınlık fikirlerin taşıyıcısı olmak önemli bir ayrıcalıktır.

Özel bir örnek vermeye gerek olmadığı, defalarca her ortamda karşılaşılacağını bildiğiniz gibi: eğitim sistemini, ekonomi sistemini veya ihale yasasını eleştirin; somut hiçbir eleştiriyi bile kabullenmeyip, orada çalışan bir kişinin özelliklerini ileri sürerek, bütün hataların üstünü örtmekten çekinmezler. İşin başındaki kişinin iyi olması, kurumun çıktılarının da iyi olacağına inanmanın bilimsellikle alakası olmaz, ahlakla alakası olmaz. Olsa olsa kendi kafalarına uyarlanmış ve din olmaktan çıkarılmış bir inançta yeri olur. Olur mu ki, ahlaktan, vicdandan, dinden evvel kişi odaklı düşünmek... Olmuş ki, hatalara rağmen kişilerin savunulup, hataların hasıraltı edilmesi kabul görmüştür.

Çağımızda siyasetle ilgilenmenin kişinin isteğine bırakılmadığı herkesin malumu… Siyasetle ilgilenmeyeceğiniz adına direnmeniz bile siyasettir. Ya oraya ya buraya yönelir çabalarınız. Toplumsal hayatınızın her alanının yasalarla belirlendiği bir ortamda; hazırlanıp sunulan her şeyi beğenip, hiçbir kusur aramamanız halinde siyasetle ilgilenmediğinizi söyleyebilirsiniz. Bunun gerçekleşmesi akıl yitimiyle ancak gerçekleşebilir. Akıllı insan eleştirel insandır. Eleştiren insan olmak, muhalif olmayı alışkanlık ve refleks haline getirmek değildir. Kişilerin, sorunlar sarmalında kıvrandığında bile, her şeye ‘amenna’ demesi gibi, “Allah devlete zeval vermesin” demesi de akıl yitimiyle açıklanır ancak. Kişinin huzuru ve refahı önemsenmeyip devletin kutsallaştırılması, devletin başındakileri memnun eder. Bu memnuniyet zamanla keyfi uygulamaları yasal hale getirmeye kadar varır. Eleştiren insanların varlığı bu nedenle iktidarları rahatsız eder. Bu tür, iktidarların rahatsız olduğu her eleştirinin, ezilen halkların haklarının savunulması olduğunu görmek mümkündür. Halkın bunu görmesi ve anlaması önemlidir, daha daha önemlidir.

Devlet, yurttaşların iyi bir hayat sürdürebilmeleri için yöneticilerin elinde bir araçtır. Bu aracı yöneticiye veren halktır. Aracın kötü ya da yanlış kullanıldığı sonucuna varıldığında, her yurttaşın söz söylemeye hakkı vardır. Bu hakkını yazılı, sözlü, resimle, karikatürle, müzikle, sinemayla, tiyatroyla vb. kullanması özgürlüğündendir.

Eleştirilerin zirve yaptığı dönemlerde; muktedirlerin yasal olmayan yollarla taraftar kılığında gruplar oluşturarak eleştirilerin önünü kesmeye çalıştığı çok olmuştur. Bu gruplar çoğunlukla mafya tarzı yapılar olup, ağızlarına bir parmak bal çalmadan öteye gitmeyen menfaatlerle muhalifleri susturmaya çalışırlar. Bir de din gibi kutsal duyguları ön plana çıkararak, aralarında grupsal bir bağ olmadan; bireysel çalışıp, kendini dava adamı gören yetersizler vardır. Bunların ikna olmaları mümkün olmaz. Burunları doğrultusunda yürürler. Gerçeği görmeleri asla nasip olmaz.

Başlangıçta amacın ne olduğunu unutmayalım. Devlet, yurttaşların mutluluğu için çalışacaktı. Halk, devleti yönetenlerden memnun olmadığında yapıcı eleştirilerle doğru yolu göstermeye çalışacaktı. Yönetenler halkı dikkate almadığında yeniden seçilemeyecekti.

Yöneticilerin, eleştirileri görmezden gelmesi, seçilememeyi hazmedememesi iç çatışmaları doğurabilir mi? Her şeye kulak tıkayan yöneticilerin amacı tam da budur. Dinin araçsallaştırılması ve menfaat grupları marifetiyle, mafyavari örgütlenmelerin, halkın bir kısmını karşısına alması iç çatışmaları tetikler. Büyük devlet olmaya gerek yok, küçük bile olunsa iç çatışmakları durdurmaya muktedirdir her devlet. Eğer çatışmaların sürmesini isteyen devlet yöneticileri ise, bu çatışmalar, kavgalar, sürüklenmeler bitmez. Nitekim dünyanın birçok noktasında halen yaşanan durumlardır bunlar. Türkiye’nin de geçmiş dönemlerinde bu türden çok kanlı eylemler yaşandı. Geçmişte ki bu yaşanmışlıkları hatırlatarak, “bir daha bunlar yaşanmasın” diyenlerin; eleştirilere olan tahammülsüzlüklerinin ve kutuplaştırmalarının aynı noktaya vardığının farkında değiller mi acaba? Mal varlığına doymama ve egosunu tatmin etme uğruna yaşanacak acılara göz yuman sözde devlet başkanlarıyla doludur tarih. İşte, iktidarları eleştirenlerin amacı tekrar bu acıların yaşanmamasıdır, halkın mutluluğu ve refahıdır. Halkın bu taleplere karşı olması mümkün değildir. Ne yazık ki kandırılmışlık ve devamında cehalet, halkın kendi felaketine onay vermesine sebep…

Kimsenin yaşadığı memleketine, topraklarına ihaneti söz konusu olamaz. Birilerinin kapitalizmi dayatmasıyla halkın sefilleşip perişanlığına razı olmayanların yeni bir düzen istemelerinin neresinde yakalayabilirsiniz vatan hainliğini. Gerçek: İnsanların, bir gruba mensup olma ihtiyacının kötüye kullanılması sonucu, diğer grupların karşıt ve düşman olduğu propagandasını ciddiye alarak, karşı saf tutmalarıdır. Bu bize özgü değilse de bizde yaygın.

‘Yediği önünde yemediği arkasında’ olan yöneticilerin koltukları bırakmalarının kolay olmadığı; yurttaşlarım, vatandaşlarım, halkım, aziz milletim dediklerini birbirlerine kırdırmalarından belli. Halk olarak bunları fark etmeyenler, baştakilerin vazgeçilmez ve bulunmaz olduklarını, sefalet ve geleceği ipotek altına alma pahasına savunur. Bir gerçek var ki, grupların oluşmasında, toplumun ayrışmasında ve toplumda çatışmaların yoğunlaşmasında, koltuğunu kaybetmek istemeyenlerin ve onlara kanan saf insanlarımızın büyük emekleri vardır. Bu emeklerinin karşılığını hiçbir menfaat karşılayamaz(!)

Büyük düşünmek gerektiğinde, bunu devlet büyükleri başarmalı. Cahil bırakılmış insanların, bütün fikir akımlarına hoşgörüyle yaklaşmasını beklemek kötü niyettendir. Devlet büyüğü iddiasındakiler barışı, dostluğu, kardeşliği, dürüstlüğü önermediklerinde; kutuplaşmaya ve devamında ayrışmaya giden yoldan nemalanmaya çalışacaklarına kanaat getirilir. Oysa insanca yaşamasını bilir halk. Yeter ki araya girilmesin. Komünisti, şeriatçısı ve milliyetçisi ve sosyalisti birlikte balığa da gider, seyahate de çıkar. Ve kışkırtılmadıkları sürece birlikte camiye de giderler, kiliseye de.

Eleştirilerin kişilere değil, sisteme karşı olduğunu anlamayanlarla memleket meselelerinin konuşulması, tartışılması yararsızdır. Her defasında dönüp dolaşıp kişiler üzerinden konuya hâkim olma çabaları bana şu sözü hatırlattı: “Küçük insanlar (beyinler) kişileri, normal insanlar olayları, büyük insanlar fikirleri tartışırlar” (Konfüçyüs).