Dünyadaki tek dil barış dilidir.

2011’in ilk yazısını onun görkemine ithaf ediyorum.

Resmi midir bilmem ama ihtiva ettiği şartlar düşünüldüğünde en zor hazmedilen dildir barış dili. Bu yüzden iki dillilik, çok dillilik fikri yerine lime lime hale getirilmiş olsa da aciliyetini koruyan ‘barış dili’ konusunda ısrarcı olduğumu belirtmek istiyorum. Bu argümanımın temel nedeni dünyadaki bütün dillerin öyle ya da böyle ideolojik bir yapıdan besleniyor olmasıdır. Ancak barış dilinin ne olduğunu gerçekten öğrenirsek bu ideolojik çerçeveyi, kısacası militerliği, hegemonyayı ve iktidarı işaret eden o keskin dokuyu gevşetebiliriz ve toplumun her katmanında dönüşümü sağlamak adına gerçekten ‘içeriye’ sızabiliriz.

Bu açıdan bakıldığında kadın diline en yakın olanıdır barış dili. O dilin özgünlüğünü barındırır içinde. Affedici, bütünleştirici ama asla mazlum olmayan, geride durmayan ve yeri geldiğinde herkes kuytusuna çekildiğinde delişmence hesap sorandır. Ancak her kadın için doğuştan, kendiliğinden potansiyel biçimde ‘orada’ olması, her daim kullanıma haiz ve açık olduğu anlamına gelmez. Zira toplumsal cinsiyet kalıpları yüzünden topluma entegre edilen kadının yıpranmışlığı da ortadadır. Yeri geldiğinde erkeklerin dilinden daha beter erkeksi, sisteme kenetli bir dil kullanmaları ya da toplumsal kalıplar yüzünden iliştirildikleri şekiller içersinden konuşuyor olmaları gibi...

Kısaca kadınlar için de barışın nasıl ‘yapılacağı’ siyasal ve elbette yaşamsal bir sorundur. Buradaki ‘yapmak’ eylemi siyasetçinin geliştirmekte olduğu ya da koşullara göre geliştireceği tavırdan, taleplerden, isteklerden, ödünlerden farklı bir eylem olmak durumunda. Sümen altı edilen haksızlıklardan, karşılıklı sitemlerden de farklı ve bunun ötesinde. Siyasi kökenlerimiz farklı olabilir, farklı mezheplerden olabiliriz, cinslerimiz ve konudaki tercihlerimiz farklı olabilir, hem etnik hem de milli kökenlerimiz bir tutarlılık kaydetmeyebilir. Gerçek suçlunun kim olduğu ve bu hususta neler yapılması gerektiği konusunda da tam bir netlik sağlamamış olabiliriz. Kimimiz pasifist olarak yaşamımıza devam edebiliriz, kimimizin tercihi daha aktif mücadele anlamına gelebilir.

Ama yine de, bu koşullar altında bile diyalog mümkündür!

Tam da burada barışın inşa edilmesi ve bir dil olarak geliştirilmesi prensibini işaret eden bu tür buluşmaları yaşamı ciddiye alan kadınların yaşamı ciddiye almayan erkeklere göre daha iyi yapacağına inananlardanım. Ve bunun ayrımcılık olduğunu da düşünmüyorum. Hiç kuşku yok ki ciddiyetten kastettiğim ‘ben haklıyım ve çok önemliyim’ diye söze başlamamak anlamına geliyor!

Bu kadarla kalsa iyi... Ne yazık ki Türkiye’de ve dünyada asıl sorunumuz kullanılan bütün dillerin içerik olarak savaş dilini işaret ediyor olmasıdır: Şu kadar güç, bu kadar iktidar, şu kadar savaş uçağı, bu kadar dayak, şu kadar azarlama, hor görme, kibir, budalallık, bencillik, ötekileştirme... İlk etaptaki en büyük sorunumuzsa bu hoyrat savaş dilinin nasıl bertaraf edileceğidir.

Oysa bir kabul etsek şunu: Top tüfek yerine umuda, füzeler ve kalkanlar yerine sevgiye, öfke, bencillik, maçoizm, totaliterlik ve hiyerarşi yerine yan yana durabilmeye, birbirimizi incitmek yerine birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var!

2011 bu gerçekle yüzleşme ve barış diliyle sahiden buluşma yılımız olsun.