Dönüştük dönüşüyoruz derken, demokrasi ve insan hakları sıcak bir banyoda avucumuzda eriyip giden bir kalıp sabun gibi bugün...

Türkiye'nin finansal anlamdaki 'panik' hali sıfır vergisiz varlık barışı kararı ve kanunu ile başlamıştı. Yani, devlet yurtdışında yaşayan vatandaşlarına "her ne şekilde, usulsüz veya kanunsuz yollardan da elde etmiş olsan, parayı ülkene getir ve kolayca akla" demiş oluyordu. Geçen gün ise SPK inanılmaz bir karar ile BİST'te "insider trading" uygulamalarını suç olmaktan çıkardı. Gelen yoğun tepkiler üzerine, neyse ki geri adım attı. Evet, neredeyse devletimiz kendi milli ve yerli borsasını apaçık bir kumarhaneye dönüştürmek üzereydi. En son Sigortacılık Genel Müdürlüğü ve Sigorta Denetleme Kurulu da Hazine ve Maliye Bakanlığına, yani Damat Berat Albayrak’a bağlandı. Böylesi bir tek elde toplama çabası ve yönteminin ne gibi olumlu veya olumsuz sonuçlar doğurabileceğini ileride göreceğiz...

OHAL’in kaldırılması ile eşzamanlı olarak getirilen yasal düzenleme ile OHAL aslında ‘daimi’ hale getirilmiş oluyor. Örneğin, “eylemlerin günlük yaşamı katlanılamaz derecede zorlaştırması” durumunda, toplantı ve gösteriler engellenebilecek. Valiler kişilerin dolaşımını sınırlayabilecek, 10 gün süreyle vilayete girme yasağı getirebilecek ve askerlerin emriyle üst araması yapılabilecek. Ayrıca, “terör örgütleriyle mücadele kapsamında kamu görevlilerinin görevden uzaklaştırılması, ihracı, rütbelerin geri alınması, mesleğe ilişkin unvanların kullanılması gibi ihtiyaç duyulan birtakım tedbirlere” ilişkin düzenlemeler de yapıldı. Eskiden OHAL dışındaki dönemlerde kayyumlara en fazla 3 yıl görev hakkı verilirken, yeni düzenlemeye göre bu görev süresi dava bitinceye kadar olmak üzere uzatıldı.

Bu konuda OHAL’in yerine geçmek üzere getirdiği yasa için 2020 yılına kadar süre sınırı koymuş olan Fransa’nın örnek alındığı belirtiliyor. Zaten Erdoğan tarafından son 2 senedir OHAL uygulamasının her 3 ayda bir uzatılmasının bir dayanağı ve gerekçesi olarak, Fransa’nın da OHAL ilan etmiş ve uzatıyor olduğu gösteriliyordu. İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada, Amerikalı rahip Brunson’un tutukluluk halinin devamına karar verildi. Ne kadar acı ki, Brunson davası ve Halkbank’ın OFAC’dan alacağı ceza iki devletin birbirlerine karşı kozu gibi görülüyor. Füze tartışması da arada ve bu masada sos olarak kullanılıyor. Hak, hukuk, adalet ve hakkaniyetten söz eden bile yok. Bu denkleme göre, kim önce pes ederse, karşı taraf kazanacak ve galip tarafın vereceği imtiyaz ve hükme, yani yapacağı güzelliğe boyun eğecek, fit olacak. Medeni dünya adına ne fena bir manzara...

Boğaziçi Üniversitesi hocalarından Prof. Faruk Birtek mevcut durumu şu sözlerle özetliyor: “Türkiye’nin siyasi kurumları ve bürokrasisi, Tanzimat’tan bu yana görülmemiş ölçekte köklü bir değişim geçirdi... Türkiye’nin yok olmakta olduğunu düşünmekteyim. Anayasa diye getirilen evrak, bir anaysa niteliği taşımayıp, sadece bir emirler komutalar zincirini tarif etmektedir. İçinde birçok muğlaklık vardır. Fakat hepsi külliye dedikleri bir saraya bağlanmıştır. Politikalar buradan tevarüs etmektedir... Türkiye Cumhuriyetinin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk bile, ‘kabinenin benimsemediği uygulamalarda’ ısrarcı olmamıştır...”

Malum “karikatür davasında” Başkan Erdoğan 72 CHP’li vekil hakkında suç duyurusunda bulundu. Gerçekten de 90’lı yıllarda siyasi figürler hakkında her türlü müstehcen karikatürün çizilebildiğini ve hatta TRT ekranlarında siyasi mizah programlarının yapıldığını hatırlıyoruz. O zamanın muktedirleri Özal, Demirel ve hatta Evren buna o kadar bozulmazlar ve kafaya takmazlardı. Hatta Özal gibi siyasiler kendileri hakkında çizilen karikatürlerden sergi açacak kadar da esnek ve geniş davranabilirlerdi. Genç yeni neslin herhalde buna inanası gelmiyordur.

Fakat elbette umut her zaman var. Camus da “bitmek bilmeyen bir döngüde bizi tutan nedir?” sorusuna şu yanıtı vermiyor muydu: “Geleceğe dayanmak…”