Önceki cevaplarım; "elbette o ülkenin şehirlerinin sokaklarını dolaşarak" olurdu. Ama şimdi bunu diyemiyorum, zira bir süredir birlikte yaşadığım bu ülkenin (Fransa) kentlerinden, sokaklarından çok dağları var, ormanları var, bu dağ ve ormanlara giden patika yolları var. O zaman bu halka dair bir şeyler öğrenecek isek bu dağlara, patika yollara, adeta bulutlara uzanarak giden ince asfalt yollara varmak lazım.

İşte sevgili yoldaşım Joseph Thiry ile yaşadığım son iki günlük yolculuk ile tam da bunu yapmış oldum. Hayatına aldığın yeni insanlar başka kültürler, başka diller, başka sokaklar, dağlar tanımak ve bunlar ile çoğalmak diye başlayan o uzun hikaye devam ediyor.

Resmi yazımda bir yakası Fransa, diğer yakası da İspanya olan ama kendisi BASK diye bilinen bir ülkeden konuşuyorum. İddialı tarihsel analizlere girmeyeceğim, sadece yürüdüklerim, gördüklerim ve dokunduklarım, duygularım ile konuşacağım ve onları yazıya dökeceğim.

Evet Joseph ile birlikte yeni insan yüzleri ile hikayeler birikiyor içimde; bir yanı acı ve hüzün, diğer yanı heyecan ve şaşkınlık. Güzel insanlar tanımaya devam ediyorum. Şu hayatta sanırım yaptığım iyi şeylerden birisi de bu, tanışıklarıma, bana hikaye taşıyanlara, beni çoğaltanlara yabancılaşmamak, içimde hep onlar ile çoğalmak!

Dedesinden aldığımız araç ile yolculuğumuz başlıyor, zira bizdeki küçük araç ile o dağ yollarına gidilemeyeceğini Joseph daha önce deneyimlemiş. Yolculuk için küçük hazırlıklar, iki gün için ne gerekli olacaksa onları araca atıyor ve yola çıkıyoruz. Hani zaten her yanı alabildiğine dağ, tepe, ormanlık, burada yeşillik kelimesini kullanmak bile yeterli gelmiyor gördüklerini anlatmaya.

Dere ve zaman zaman da nehir boylarında yol almaya başlıyoruz. Daha bir iki saat geçmeden adeta içinden insanlar geçmemiş havası veren ormanlar; bunun başka bir hali var. İnce asfalt yol tırmanmaya başlıyor dağı. Geldiğim ülkede zaten yollar bu kadar gitmezdi dağlara doğru. O dağların yolcuları başka olurdu, onlar da yollarını zaten belli etmezlerdi. Araç ile tırmanmaya devam ediyoruz. Nehir kenarlarında, tepelerde orman içlerinde o evleri, küçük mahalleleri görünce hayranlıkla bakıyorum, Joseph de zaman zaman şaşkınlıkla bana bakıyor.

Artık baya bir yukarılara doğru yol almış olmalıyız ki, ben nefesimi tutmaya başlıyorum, hem gördüklerim karşısında hem de içimdeki korkudan. Aracın penceresinden aşağıya bakmaya korkuyorum. "Forêts magiques" diyor Joseph. Aynen de öyle. Sihirli bir şeyler var. Sihirli ormanların içinde zaman zaman yolumuz küçük kasabalara düşüyor. Sevimli, estetik, rengarenk mimarileri ile ben hayran hayran izliyorum etrafımı. Bir kasabada mola yapıp parkın içinde küçük pikniğimizi yapıyoruz. Bir yandan insanları izliyorum.

Sonra yola devam, büyülü yolculuk devam ediyor. Bir süre sonra gene büyülü ormanlar içinde yol almaya başlıyoruz. Zaman zaman küçük hacimli barajlar karşımıza çıkıyor, Joseph "bunlar ekolojik barajlardır, doğa için çok tehlikeli değil' diye açıklama getiriyor. Sonra yolumuzu İspanya'nın Pamplona şehrine kadar düşürüyoruz. Şehirde fazla zaman geçirmiyoruz, ama daracık sokaklar içinde eski mimari yapıların pencere ve balkonlarında BASK, KATALAN ve BASK'lı politik tutsaklara dair şeyler görmek hoşumuza gidiyor.

Bir buçuk saat sonra biz bir kez daha dağlara doğru yol almaya başlıyoruz. Yol kenarında devasa duvarları yosunlar ile kaplanmış eski bir yapı dikkatimi çekiyor, Franko'nun eski silah fabrikalarından biri olduğunu söylüyor Joseph. Bütün silah fabrikaları bu hale gelsin temennimiz ile devam ediyoruz.

Vardığımız dağlar artık 1800 metreleri bulmuş, geceye az kaldı. Biz dağların, ormanların o muhteşem güzelliği içinde devam ediyoruz. İnek, koyun, at sürüleri bütün dağları tepeleri kaplamış. Zaman zaman onların yollara düzülü olmasından kaynaklı araçtan inip yoldan uzaklaştırmaya çalışıyorum. Ve geldiğimiz yükseklikten ben artık araçtan inmeye, bir yere bakmaya da korkuyorum. Gece kalacağımız yer için bakınıyoruz.

Ben şöyle bir köy, kasaba kenarında bir yer olsa diye düşünüyorum, bir anda kendimizi bir sis bulutu içinde buluyoruz. Hani düz, normal bir yol olsa tamam diyeceğim de, biz 1990 metrelerdeyiz, dağ başında dolanan daracık yol ve sisten 20 metre ötemizi göremiyoruz. Zaman zaman Joseph ile göz göze geliyoruz, benim kaygılı ve endişeli halimden keyif alıyor. Ben ise gerçekten korkuyorum. GPS'de nerede olduğumuza bakıyoruz, tamam telefon çalışıyor, yol da tamam ama biz ineklerin ve öküzlerin doldurduğu, sisten yol alamadığımız yolun ortasında küçükten küçükten yol almaya çalışıyoruz.

Ben bir an kendimizin adeta korkulu bir film platosu içinde olduğumuzu düşünmeye başlıyorum. Çekimler tamam araçtan inebilirsiniz, sis de dağıldı. Ama yok olmuyor öyle bir şey. Biz o sis içinde araç ile saatte 15 kilometre hız ile bir saat içinde az biraz o sisleri arkamıza bırakabildik. Konaklama yeri için Joseph'in inadı yüzünden bir yere geliyoruz, yol bitti. Ötesi yok. Geri dönelim diyorum, Joseph burası iyidir diyor. Ama benim korkulu halim baskın geliyor, geriye doğru devam ediyoruz. En sonunda biraz açıklık bir yere "tamam burası olabilir" diyorum. Aslında istediğim tam burası da değil, ama işte durumu ortalayayım hem onun hem de benim dediğim olsun diye kabul ediyorum.

Gece ne uykusu, bir defa aracın kapısını açar gibi oldum ama ormanın içinde -hiç abartmıyorum- bir çift göz, yani ancak gece karanlığından gözler öyle parlar. Geriden geriye araca. Günün ilk ışıkları ile yeniden yola çıkıyoruz. 15 dakika ötemizde dağ başında muazzam güzel bir restorant. Hemen oraya varıyoruz. "Gece neden bu tarafta konaklamadık" diyorum, eh o zaman sihri bozulurmuş! Restorandın olduğu yer adeta bir dünya terası, bir ülkeden bir ülkeye bakış atabiliyorsun diyorum ve gece çakan şimşekler aklıma geliyor. Yok arkadaşım bu ülkede ne yağmurlar bildiğimiz yaşadığımız yağmurlar ne de şimşekler!

Joseph iki kahve ile çıkıp geliyor, ben de güneşin altında parçalı bulutlu bir gökyüzü altında, "hayat bu olsa gerek" diyorum, geceki korkularım ve şimdi bir kez daha büyülenmiş halde uzayıp giden bakışlarım...

BASK ülkesinde insanlar bulutların ve sislerin içinde binlerce yıldır yaşamışlar ve yaşamaya devam ediyorlar. Kürtlere olduğu kadar Basklılara da hiç iyi gelmemiş modern zamanlar. Ama onlar sanırım biraz daha şanslılar, çünkü kendi dağlarında, nehir kenarlarında, yağmur ve sis bulutlarının üzerinde bir şekilde de olsa yaşamaya devam ediyorlar.