(Genelkurmay’da sivil boykot!)

Kurumda durum o kadar vahim ki…

İki insanın yan yana yemek yeme ihtimali dahi “devrim” olmuştu!

Fakat, kendi kendini yiyip bitiren bir otomobil gibi, “devrim” de iki pıt pıt gidip durmuştu.

Çünkü bazı “Devrim” böyle olur:

Bir adım ileri, iki adım geri.

Devrimlerin devrimcileri hiç sevmemesi de bu yüzdendir!

 

***

 

Devrimimiz öyle çok büyük bir şey değildi.

Genelkurmay Başkanı Org. Özel, özel bir emir yayınlatmış, orduevlerinde (en azından, şimdilik, hiç değilse, hiç yoktan) “sosyal paylaşım” alanlarının sosyalleşmesini, ayrımların ortadan kaldırılmasını, ama ben size söyleyeyim, sanki bir dünya savaşı ilan edermişçesine titrek bir metinle bildirmişti.

 

***

 

Zaten subaylar arasındaki ayrım filan denip daha “alttakiler” karambola gelmekteydi ve ölüme gitmesi, mezara girmesi çok kolay, ama bir orduevine girmesi ölümsüzlük kadar imkansız olan uzmanlar filan zaten hiç doğmamış, hiç yaşamamış, hiç ölmemiş gibi konu dışıydı ya…

Fakat bakın, emir veren komutanın karargâhında bile ne oldu?

 

 

***

 

Genelkurmay 2. Başkanı Org. Akar imzasıyla 16 Ocak’ta çıkarılan “Hizmete Özel” emirden sonra; orduevi ve sosyal tesislerde, yemek salonu, kuaför, plajda mesela, rütbe ayrımının kalktığına dair bir umut veya kimi için kâbus belirdi.

Fakat emir demiri keseceğine, anlaşılan demir, emri daha bebekken boğdu.

Mesela, Genelkurmay’da, yani emrin merkezinde ve Milli Savunma Bakanlığı’nda, yani hala Genelkurmay Başkanı ardında kalan bakanın, tamamen asker dolu sivil bakanlığının, sivil hükümet iradesinin askeri denetimden geçtiği mekânında…

İmzasız bir başka emir ortaya çıkıvermiş, 15 Şubat’ta yürürlüğe girmiş.

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu gibi, egemen zümresiz, imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olan Türkiye Cumhuriyeti başkentinde…

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Milli Savunma’sının ortak yemek üssünde; yemekhanede üstler ile altlar altüst olmasın diye, saatleri ve salonları ayırmış, bölmüş:

 

***

 

General-Albay Yasemin Salonu. Albay-Binbaşı Çınar ve Akasya salonları.

Astsubay Ardıç Salonu. (Gazeteciler eskiden Andıç Salonu’da yer veya yenirdi!)

Ve çıngarın koptuğu salon:

Asteğmen-Yüzbaşı arası Meşe Salonu; mühendis de, büro elemanı da bulunan sivil memura da, Ladin ve yine Meşe.

Yani, bu ormanda kimi subay ile sivil memurun Meşeli eşleşme ihtimali çıkmış.

Gerçi, rütbeli yemek işini bir harekât titizliğiyle planlayanlar, Meşe’de neşe bozmamak için tek aylar-çift aylar deyip bir de saatleri ayırmış ama…

 

***

 

Genç Subaylar “rahatsız” olmuş: “Sivillerle aynı salonda yemeyiz” diye muhtıra vermiş ve bir gün sofraya oturmayıp boykot yapmış.

Ertesi gün asker-sivil gerilimi derken; Genelkurmay ve Milli Savunma’da sivil çalışanlar 10 gündür yemek boykotunda imiş.

Sivillere askeri misilleme de gecikmemiş ve dışarıdan yiyecek getirilmesi yasaklanmış!

 

***

 

Devrim’i sorarsanız; son durum bu!

Hani derler ya, her devrim önce kendi çocuklarını yer diye:

İşte devrim, işte yemekhane!

Nâzım böyle şeyler diyordu da, açlık grevinden önce, Donanma ve Harp Okulu davalarında onca hapsi yiyordu:

Bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine!

Esas devrim oydu işte!

Yoksa…

Ormanı cart diye ayır…

Mis gibi Yasemin…

Çınar, Akasya ve de Ladin ile Meşe, bir de iğne yapraklı Ardıç diye…

Sonra bana aile maile anlat, ki sofrası bölücü ve kırıcı olsun…

Cumhuriyet anlat, ki manası özgürlük, eşitlik, kardeşlik olsun!

 

***

 

Bu önemsiz olayı şu yüzden aktardım:

Önemli şeyleri belki daha iyi anlayabiliriz diye!