Televizyonlardan tartışma programları izliyor musunuz?

İzlemek gerek. Niçin ve hangi gözle izlememiz gerektiğini bildiğimizde izlemenin faydalı olacağı kanaatindeyim. Aksi durumda izlemeyin daha iyi.

Yayın çizgisini bildiğimiz için izlediğimiz kanallar vardır, bir de bilmeden karşılaştığımızda tanımak için izlediğimiz kanallar olur.

Derken, yeniler eskiler birbirine karışıp gider. Birçok kanal içinde izleyicisi olduğumuz üç beş kanalımız olur. Bütün hayatımızı bu kanallardan verilen bilgilerle yönetmeye başlarız. Birazcık akıldan da yoksun isek ve de okumuyorsak, duyduklarımızın azılı savunucuları oluruz. Bunun farkında olan açıkgözler-uyanıklar bir düzine televizyon ve gazete sahibi olmaya başlar. Bütün yayınlar aynı siyasi görüşü hep bir ağızdan geğirince, iğrenç bir mide kokusunun doğanın en doğal kokusu olarak algılanması, normalleşiyor.

Bir ada’ya atılmışız, her tarafımız su. Anakarada eskiden hiç bilmediğimiz bir geğirme kokusu… Yüzme bilmiyoruz, Bilenlerin yüzmesine izin vermiyoruz: ya gidip-Allah korusun-tatlı su içerse… Adamızda kıt kanaat geçinebileceğimiz kadar yiyecek ve bolca tuzlu su. Uzaktan uzağa gördüğümüz anakarada daha güzel bir hayat olduğunu bilse de bir yanımız, kandırılmış ideolojik yanımız bastırıyor: Hayır.

Sesli ve görüntülü yayın kuşatmışlığında yaratılan bir cehalet adası…

Düzinelerce radyo televizyon ve gazete yalan söyleyecek değil ya. En iyisi anakaraya küfretmek… Hem de ağız dolusu. Kim bilir anakara kâfirlerini öldürmek ne büyük sevaptır, ulu Allah’ım.

Devlet, yayın kuruluşları kurar, seçilmişlerin çiftliğine döner. Çare, özelleştirmekte görülür. Bu defa özleştirilmiş kurumların ihaleler karşılığında, seçilmişlerin çiftlik kâhyasına dönüşmesi... Tam yetkili ve etkili kâhya…

Medyanın dördüncü kuvvet olduğunu iddia edenlere asla katılmıyorum. Yasama, yürütme ve yargı demokrasilerde olmazsa olmaz üç kuvvet ya, dördüncüsü medyaymış.

Bağımsız ve tarafsız olduğu kesin gözüyle bakılan yargı, şimdilerde… Yargı ile hiçbir sorunun olmadığı düşünülse bile, yasama ve yürütme organlarının seçim yöntemlerinin yasal ve adil olması gerekmez mi?

Yasama ve yürütme organlarının oluşması, zaman zaman yenilenmesi için seçimlerin yapılması kaçınılmazdır. Seçenler özgür iradeleriyle, adil bir ortamda seçim yapamıyorlarsa, seçilenlerin adil olacaklarını söylemek mümkün olmaz. Halkın deyimiyle ‘mayasına haram karışmıştır.’ Adil olmayanların seçilmesini sağlayan medya, dördüncü kuvvet falan değildir artık. Bu başlı başına bir yönetim şeklidir. Bu yönetim şeklinin adını koymak istesek: medyatorluk, medyakrasi, medyoplasti vb. diyebiliriz, sanırım.

Çocuğumuza, okul ödevine yardım etmemiz için öğretmenin verdiği soruyu okuyoruz: Medyoplasti Yönetim Modeli hakkında bilgi veriniz. Arama motorunu açar çocuğumuzun yazması için sesli okuruz: “Medyoplasti Yönetim Modeli, son kırk yılda yayılma eğilimi gösteren bir yönetim modelidir. Daha çok az gelişmiş ülkelerin cahil kesimleri tarafından benimsenmektedir. Temelinde çeşitli şekillerde zenginleşerek medyayı ele geçirme ile başlayan bir süreçtir. Bu süreci başlatan kişiye mitomani denir. Medyoplastilerde üç kuvvet vardır, bunların adil ve güvenilir olmalarının bir önemi yoktur. Demokrasilerdeki gibi: yasama, yürütme ve yargı organları vardır. Bu organlarda göreve başlayacak seçilmişler için ‘dürüst(!) olacaklarına dair yemin’ töreni düzenlenir ve bu tören tarafsız (!) televizyon kurumları tarafından canlı yayınlanır.”

% 10 barajının akla ziyan gerekçelerinin, halk iradesinin hiçe sayılmasıyla aynı anlama geldiğini bilmiyoruz, bir adada yaşıyoruz. Adamızda farklı hiç kimseyi göremiyoruz. Hep bizimkiler. Bir çan sesi duyarız, bir de televizyonlarımızın devletlularımızdan minnet ve şükranla söz etmelerini. İnkâr etmemek gerekir ki adamızda birçok ruhban okulu da hizmet vermektedir. Kimi Anadolu, kimi Rumeli… Yani bizbizeyiz; Körler, sağırlar…

Bu seçim barajını önemsemesek bile, insanları bir adaya mahkûm etmenin insanlığa sığar bir yanı yoktur. Demokrasiyle açıklamaya çalışıyorlar: uyduruk uyduruk fikirler; uyduruk, yalan, yanlış alıntılarla… Her şeyden anlayan adamların her konuda fikir beyan ederken, oturma odamızın tam da ortasında görmek kusturdu. Yeter artık.

Siyasi bir gelişme var, sahnede Çor efendi; uluslar arası ilişkiler konusu, sahnede Çor efendi; kadın cinayeti sorunu var, ekranda Çor efendi; savaş söz konusu, konuk Çor efendi; insanlar fakirlikten kültürümüze siyanürü soktular, ekranda Çor efendi; zıkkımın kökü konuşuluyor, konuk Çor efendi.

Çor efendinin beş dil bildiğini, beş üniversite bitirdiğin; diplomatlıktan, ekonomistlikten, toplum bilimcilikten emekli olduğunu bilmezseniz kör olmazsınız, tedirgin olmayın. Çor (hastalık, üzüntü, dert, keder) efendi sadece karşısındaki konuğun söylediği bilgilerden o anda bir şeyler öğrenen, ‘biliyormuş gibi rol oynama hünerini sergileyen’ biridir. Baş başa kaldığınızda size anlatacak hiçbir şeyi yoktur. O sadece çemkirmeyi bilir. Böylece, bekçisi olduğu kulübeye göre savunmalar yaparak nasibini(!) toplar. Geçim dünyası.

Çor efendi bir tane de değil aslında. Çok olmaları onların aynı okullarda, aynı eğitimler aldıklarını göstermez. Zihniyet aynıdır. Kişiliklerinin görülen eğitimden daha belirgin olması; gördükleri eğitimin amaca ulaşmadığı ya da ne eğitimi gördüklerini irdeleme önceliği doğurmaktadır. Okul okumamış olsalar da mokul falan okumuşlardır.

Paranın medyayı satın alması, medyanın cahil üretmek için kullanılması, üretilen cahillerin başlarına baş cahil seçmesi ve cahillerin ucuz işgücü olarak harcanması; paranın acımasız gücünü gösterir bize. Yani kapitalizmi ve eşliğinde din ile sömürüyü…

Hulasa, tavuk yumurtadan ve yumurta tavuktan döngüsü…

Demek ki demokrasi, seçimlerin yapılıyor olması ile sınırlı olduğunu düşünen ada halkı yanılmaktadır. Onların da doğru bilgi alması, doğru eğitim alması, imkânlardan eşit faydalanması, adaletli bir ortamda yaşaması gerekir ki demokrasi tam olarak herkes için yaşasın. Yoksa Medyoplasti kapitalist sinsiliği ile kapı aralığından içeriye sızmaya can atmaktadır.

Öncelikle bu cehalet adasının bütün kurumlarıyla lağvedilerek bir an önce boşaltılması gerekir.

Şimdilik bilinen, ruhban okullarına rağbetin azaldığıdır. İçine cin kaçanların sayısı gittikçe azalıyor.