Türkiye'de çürüme son sürat bütün kurumları, kültür dokusunu, anlam ve değer dünyamızı bozmaya devam ediyor. Her gün yaşananlar, gördüklerimiz bu kadarı olmaz, bunu da yaşadık dedirtecek cinsten tuhaflıklar olarak hayatımızı dolduruyor. Bir de buna toplu intiharlar eklendi.

Yoksulluk ve işsizlik çaresizliği pompalarken güçsüz insanlar çareyi kendilerini yok edişte buluyorsa tek bir örnek bile bundan ders çıkartmamızı gerektirir.

Siyaset erbabı ise iktidarı ve muhalefeti ile bunu layıkıyla başaracak kapasiteden uzaklar. Halk çaresizliği onların bu eksikliğinden dolayı yaşıyor. Halka rağmen siyaset beyin yıkamaya, vitrinlere oynamaya devam ededursun kimse onlara güvenmiyor, her geçen gün geleceği yeniden ve birlikte kurmak adına olumlu gelişmelere inancını kaybediyor, umutsuzluk derin bir içe kapanma haline dönüşüyor.

Bu karamsar tablo elbet değişimin de dinamiğini şimdilik cılız belirtileri olsa da içinde barındırıyor. Bireysellik yerine birliktelik düşüncesi demokrasinin de önünü açacak yegane yol olarak zihinlerde güçlenecek elbet. Ama yavaş, ama gecikmeli olarak. Çürüme kangrenleşmeden toplum kendine bir çıkış yolu bulmak zorunda.

Aksi asıl toplu intihar sayılır çünkü...

RTÜK’den dondurma reklamı atağı!

Müstehcenlik içeriyor diye dondurma reklamlarını denetleme fikri de nereden çıktı?

Olacak şey değil, ama oluyor...

Az önce yazdığım gibi çürümenin başka bir boyutu bu da.

Ama aynı RTÜK çok izlenen bir dizide olduğu gibi kadın şiddetini bir eğlence konusuna sorumsuzca dönüştürmeye seyirci kalabiliyor.

Dizideki kadın kocasından gördüğü kötü muameleye karşı susmayı tercih ediyor, çünkü adam kadının yakınlarını öldürmekle tehdit ediyor.

Buram buram şiddet, kaba kuvvet ile kurgulanmış hikayeler reyting uğruna ekranlara yansıyor...

Yetmiyor, kadının çareyi hukuki haklarını koruyacak kurumlarda araması lazımken, aynı dizide savunma hakkının onurlu mesleği olan avukatlığı yerin dibine batıran, karalayan sahneler karşımıza çıkıyor.

Kadının evine avukat eşliğinde giren silahlı adamlar zorla ona belge imzalatıyorlar. Kadının kardeşini dövüyorlar...

Avukatlık mesleğinin onurunu düşünen yok, mafyanın oyuncağı olmuş.

RTÜK ün aklı bir şeylere benzettiği dondurmada çünkü...

Osmanlılık ve Cumhuriyet

Mustafa Kemal Atatürk’ü anma törenlerinde kimi yerlerde yaşanan unutkanlıklar, özensizlikler bu yıl da dikkat çekiciydi.

Alıştık artık bunlara diyeceksiniz, doğru.

Gaziantep’deki anmada Milli Eğitim Müdürlüğünce dağıtılan rozetlerdeki fiyasko eğitim sorunun cevabını verecek bir örnek oldu.

Ama daha rahatsız edici olanı Ankara’da Anıtkabir’de yaşananlardı. Normalde ziyaretçilere kapalı bir alanda Ak Parti tarafından oraya yerleştirilen bindirilmiş kıtalardan duyulan tezahürat sesleri hiç de şık olmadı. Orası bir anıt mezardı, orada bulunmanın gerektirdiği saygı ve terbiye gereği olan kurallar vardı, bunları umursamadan böyle bir mekanda başka biri için sevgi gösterisi yapılamazdı. Buna tepkiler geldi, Milli Savunma Bakanlığına soru yöneltildi sorumluları için, cevap geldi mi, bilmiyorum...

Bütün bunları bir yana koyalım, sonrasında Sayın Cumhurbaşkanı’nın Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu tarafından düzenlen törende yaptığı konuşmaya ne diyeceksiniz?

Osmanlı’ya hakaret ve aşağılamaya bir siyaset tarzı haline getirenlerden bahsetmiş. Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a bir Osmanlı subayı olarak çıktığını vurgulayarak şöyle bir sonuca varmış kendisi: Cumhuriyetin İnşası da Osmanlı’dan devralınan mevcut idari sistem çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Eğer böyle olsaydı Cumhuriyet Osmanlı hanedanlığının sonunu getiren devrimci ruhunu nasıl uygulamaya sokabilirdi ki?

Mustafa Kemal’ in daha Anadolu’ya ayak basmadan önce tasavvur ettiği cumhuriyetin Osmanlı’ya rağmen başarılacak dönüşümlerle kurulduğunu Sayın Cumhurbaşkanı da çok iyi bilir. Cumhuriyet’ in kuruluş süreci devrimci bir karaktere sahiptir. Osmanlı idari yapısındaki siyasi ve idari kurumlara bağlı kalınsaydı Cumhuriyet olur muydu, laik hukuk sistemine ve Milli egemenlik esasına dayalı bir yönetim kurulabilir miydi?

Bunları tartışmanın vakti çoktan geçmiş olmalı. Ama kendisi bu konuları yeniden açmayı yararlı görüyor anlaşılan. Üstelik bu tartışmayı kurucu önderin anıldığı bir toplantıda ve onun kurduğu bir kurumun mekanında yapıyor.

Konuşmasındaki siyasi karşıtlara yönelik mülahazaları da böyle bir törende yer almaması gerekirdi diyerek yadırgıyorum.

Ama belli ki Sayın Cumhurbaşkanı bu tür eleştirileri umursamadan yoluna devam ediyor.