Corona virüsüne karşı korunma yol ve yöntemlerimiz gerçekten pek hayret verici. Bizzat Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan sabah saatlerinde pekmez içilmesini tavsiye ederken, bu memleketin lafı en çok dinlenen doktorlarından olan Canan Karatay ise “kelle paça çorbası, kemik suyu, zeytinyağı ve yumurta” yenilmesini önerdi. Şaka gibi ama ne yazık ki değil. Virüs gelip kapımıza dayanmışken, İran ve Kıbrıs’ta vakalar ve ölümler meydana gelmeye başlamışken, biz bu virüs salgınının ülkeyi çarpmasını aynen depremi bekler gibi bekliyoruz. Evet, bizde beklemek bazen kaygı yüklü, bazense umursamazlık doludur. Daha dün İran’da meydana gelen deprem İran’dan çok bizde can aldı. Vatandaş çaresizken, devlet uzaklardadır. Corona virüsü Avrupa’da da hızla yayılmaya devam ediyor, şimdiye kadar Finlandiya, Almanya, Fransa, İrlanda ve İtalya’da virüs görüldü. Son ve güncel bilgilere göre, İtalya’da tespit edilen 157 vakanın 4’ü ölümle sonuçlandı. İran’daki 43 vakadan 8’i hayatını kaybetti. Dünya genelindeki yaklaşık 80 bin vakanın ise 2,600’dan fazlası öldü. En iyi ihtimalle, Corona virüsü (bile) Türkiye’ye girmekten çekiniyor olabilir. Ne de olsa Türkiye'de 2000 yılında 11 milyon kutu antidepresan kullanılıyordu. Bu sayı 2018 yılında 55 milyon kutu olmuştu. Bu ilaçların yan etkisi nedir? Bunu toplumumuzda yakından gözlemliyoruz.

Çin’in Wuhan eyaletinde ortaya çıkan bu virüs, Çin’in ekonomisini ve turizmini de derinden etkiliyor hiç şüphesiz. 2000’lerin başında 10 milyon civarında Çinli yurtdışına seyahate giderken, bu rakam 2018’de 150 milyonu aşmıştı. Alman IFO Enstitüsü’ne göre SARS sırasında 2003’ün ikinci çeyreğinde Çin’in büyümesi %2 azalırken, tüm yıla yayılan büyüme kaybı %1 civarında gerçekleşti. Bugün de farklı tahminler yapılırken, salgının Çin yılbaşına denk gelmesinin imalat sanayindeki kaybı sınırlayacağı düşünülüyor.

Eski Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda eski dışişleri bakanı ve başbakan Abdullah Gül’ün “Siyasal İslam bitti” çıkışına en büyük tepkiyi kendisini bizzat Gül’ün siyaset sahnesine hediye etmiş olduğu, eski dışişleri bakanı, Ak Parti genel başkanı ve başbakan ve şimdiki Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’ndan geldi. Bu zatların eski unvanlarının ve görevlerinin sayılması boşa değildir, zaten zikredildiği anda işin garipliği ve ironinin derinliği ortaya çıkıyor. “Stratejik derinlik” çoktan “ironik derinliğe” tahvil etmiş durumda bu şahısların sayesinde. Davutoğlu’nun kendi tezini inatla savunurken kendisi evanjelik bile olmayan Trump’ın siyasal Hıristiyan fanatizmi ve popülizmini ve Netanyahu’nun siyasal Yahudi fanatizmi ve popülizmini örnek göstermesi ve idealize etmesi ise, nasıl bir Türkiye hayal etmekte olduğuna dair derin ve mühim birtakım emareler, işaretler, imalar barındırıyor.

İdlib’de hayatını kaybeden askerlerimizin bilgileri gelirken, Erdoğan bazıları subay olan bu askerlerimizden “birkaç şehidimiz var” diyerek bahsediyor. Muhtemelen halkın tepkisini sınırlandırma maksadıyla, şehit olan askerlerin cenazelerinin gizlice defnedildiği ve isimlerinin bile saklı tutulmaya çalıştığına yönelik açıklamalar yapılıyor. Öte yandan, eski Genelkurmay Başkanı ve yeni Milli Savunma Bakanı (ve tabii ki aynı zamanda kendinden menkul bir 15 Temmuz Kahramanı) Hulusi Akar bir televizyon yayınına çıktı ve İdlib’e neden girildiğini anlatmaya çalıştı. Ancak biz bile hiçbir şey anlamadık, zaten yapılan açıklamalar da bu maksadı doğurmaya yönelikti. İdlib’e İdlib’i BM’nin de tanıdığı tek güç olan rejim güçlerinden korumak için mi girdik? Oradaki Müslümanları kurtarmak mı amaç? Hiçbir belgesel delili olmayan bir iddia olarak, Türkiye sınırına milyonların yığılmasını önlemek mi? Yoksa yavaştan yavaştan İdlib’e yeni bir Hatay veya Kuzey Kıbrıs mahiyeti ve hüviyeti mi kazandırılmaya çalışılıyor? Günün sonunda Suriye’nin resmi ve milli ordusu savaşıp kan dökerek kendi toprağını geri almıştır. Bu stratejik şehri sırf Erdoğan istiyor diye tekrar HTŞ’ye terk etmesi zaten düşünülemez. Doğrusu bu tür işler fazlasıyla çetrefilli, çetin ve zordur. Örneğin bakınız Rusya Kırım'ı ilhak ettiğinde 500 milyar dolarlık rezervin 200 milyar dolara eritti. Kapalı ve yarı esnek ekonomi olmasına rağmen, 300 milyar doları bir anda gitti. Biz ise bir süper güç olmadığımız gibi, bu süper güçler ile sıkı organik ilişkileri ve ihtiyaçları mevcut bulunan, ekonomik krizden çıkmaya çalışan bir ülkeyiz, yani bu tür maceraları bu bünye kaldıramaz. Rusya bile dünyanın en çok petrol, doğalgaz ve silah satan ülkelerinden biri olmasaydı, çoktan çöküş sürecine girmişti. Ve halen de Rus ekonomisi gelişmiş ülkelerin yanına dahi yaklaşamadı. Yani bir risk aldılar, toprak kazanırken, sonuçlarına da katlandılar.

Ekonomi demişken, 2014'e geldiğimizde 157 milyar dolar olan ihracatımız, 2019 yılında 180 milyar dolar olarak gerçekleşti. 5 yılda ancak 23 milyar dolar artış sağlayabildik. Bu gidişle ve bu ivmeyle 3 yılda 320 milyar dolar daha yükseltmek gerekiyor ki, 2023 hedeflerimize ulaşalım. Yeni yıla 447 milyar dolar borç ile girdik. İhracat patlayacak ve bizi kurtaracak denilmişti. Evet, yine bu iktidar tarafından 2010 yılında 2023 yılı hedefi 500 milyar dolar olarak belirlenmişti. Bu yılın Ocak ayında konut satışları %44 düştü. 2019’un üçüncü çeyreği itibarıyla satılamayan sıfır konut stoku ise 1 milyon 270 bine ulaştı… Türkiye'deki işsizlerin sayısı İzmir'in nüfusunu geçti. Bunlar sadece birer rakamdan ibaret değil. Birer insan ve hepsinin, evi, ailesi, yaşantısı var...

Bir zamanların meşhur İngiltere Başbakanı Thatcher “referandumlar diktatör ve totaliterlerin retoriğidir” demişti. Erdoğan pek sevdiği ve en kalbi hisler beslediği Maduro ise “26 seçim yaptım, hepsini kazandım, bana diktatör diyorlar” beyanında bulunmuştu. Bizde OHAL koşullarında ve bir aday da hapisteyken cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılabiliyor. Kavala delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Fakat ‘halkın vicdanında mahkûm olmuştur’ deniyor. Demek ki 840 gündür delil olmadan içeride tutuluyormuş. Osman Kavala tutuklandığında Erdoğan “Hukuka saygı duymak lazım” dedi. Osman Kavala beraat etti. Bu sefer Erdoğan “Bir manevrayla beraat ettirmeye kalktılar” dedi ve hemen ardından beraat kararı veren üç hâkim hakkında derhal soruşturma başlatıldı. Sonra Osman Kavala yine tutuklandı. Erdoğan “Hukuka saygı duymak lazım” dedi.

Hukuka bu denli saygı duyulan bir başka ülke görülmemiştir herhalde!