En azından bu topraklarda, kendi kimlikleriyle neredeyse özdeşleşmiş Newroz kutlamaları için Kürtlere izin verilmemesi ya da yukarıdan bir tanrı buyruğuymuş gibi “Ancak şu gün olacak!” biçiminde izin verilmesi yine ölümlere ve ciddi maddi zararlara yol açtı.

Ağır yaralılar bir yana ilk gün bir BDP yöneticisinin, dün itibariyle de bir polisin ölümü, kutlamaları kana bulamış oldu. Resmî kıyafetli bir polisin Milletvekili Ahmet Türk’e yumruk atması ise yaratılan gerginliğin nerelere varacağını da açıkça gösterdi.

Peki, ama bütün bunlar neden oldu?

Başbakan; “terör örgütü”nün bilmem hangi liderinin “Türkiye’yi kana bulayın!” diye talimat verdiğini, “Böyle bir bilgi üzerine de temkinli hareket etmek zorundaydık” diyerek yapılanları savundu. “Sizlerin alamadığı haberleri niçin bizim alabildiğimizi veya alabileceğimizi düşünmüyorsunuz?” sözleriyle de hükümeti eleştiren yazarlara “Sizin kulağınız var sağır mısınız? Gözünüz var görmüyor musunuz?” diyerek çattı.

Kısaca Başbakan dedi ki alınan “istihbarat” “terör örgütü”nün Newroz kutlamalarını kana bulanması yönünde bir talimatı içeriyordu ve bu nedenle de biz devlet olarak hükümet olarak önlem almalıydık ve aldık.

Daha dün Uludere’de 35 kişi “yanlış alınmış bir istihbarat” yüzünden öldürülmemiş olsaydı belki Başbakan’ın bu gerekçesine inanmak mümkün olabilirdi ama durum öyle değil. Hâlâ nedenleri ve sorumluları açıklanmayan bu katliamın “yanlış istihbaratla” ilgili olduğu şimdiye dek basına sızmış, konunun etrafındaki yetkililerin söyledikleri. Bu bir.

İkincisi, velev ki böyle bir talimat var ve bu talimatı alanlar –ki bu talimatı Başbakan örgütsel olarak BDP’nin aldığını söylüyor– mesela İstanbul’u ve Diyarbakır’ı yangın yerine çevirecekler. Böyle bir durumda benimsenmesi gereken tedbirler yalnızca hükümetin aldığı ve ölümlere ve maddi hasarlara yol açan bu tedbirler mi olmalıydı?

Yani bu ülkenin siyasal aklı bunca yıl kendi kimliğinin kabulü yüzünden sayısız isyanlara kalkışmış ve binlerce insanın öldüğü bir mücadelede kendi kimliğiyle özdeşleşmiş bir bayram kutlamasını “Ancak şu gün olur, o da bizim belirlediğimiz gündür” diye konuşan bir iktidar karşısında sessiz kalmayacağını düşünemez durumda mı?

Böyle bir arkaplan üzerine hükümet ve İçişleri Bakanlığı kutlamalara izin veren ve fakat belirli güvenlik önlemlerini de alan bir yol izlemiş olsaydı kim nereyi kana bulamış olacaktı ki? Meydanlara bu kutlama için gelmiş olan halk durup dururken birbirlerini öldürmeye mi kalkacaktı? Nitekim görece olarak daha yumuşak tedbirlerin alındığı Diyarbakır’da kimin burnu kanadı ki?

Dolayısıyla belki yanılıyor olabilirim ama bence bu sert önlemler “bilek bükme” amaçlı önlemlerdi. Hükümet “kutlama iznini biz veririz” dayatmasıyla meydan okuyunca bu meydan okumayı kabullenen Kürtler ve Newroz’un kardeşliğin bayramı olduğuna inanan ve fakat hükümetin bu kardeşliğe uygun davranmadığını düşünen insanlar sokaklara çıktılar ve olanlar oldu. Dolayısıyla eğer “şiddetin” kaynağını sorguluyorsak bu kez gerekçesi ne olursa olsun açıkça iktidardır.

Ama bu olay ve Başbakan’ın olanlar karşısında söyledikleri bence Kürt meselesinde neden sıkışık bir yere gelmiş olduğumuzu da gösteriyor. Başbakan’ın olayla ilgili, BDP’yi kınayan, onun Kandil’den bağımsız davranamadığından yakınan ve Kürtleri, “Değerli kardeşlerim sizin çözüm adresiniz AK Parti’dir” diyerek kendi partisine çağıran söylemi hiç Kürtlerin beklentilerine uygun bir söylem midir?

Bence değildir. Bu, “bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” diyen, aslında dediğinde de futbolun anlamının kalmayacak olduğunu düşünmeyen söylemin bir benzeridir ve sorunludur. Sorunludur çünkü herkesin birbirine benzediği, herkesin bir ve aynı partiye oy verdiği bir düzen demokratik bir düzen olamaz.

Bu nedenle de AKP’nin Kürt politikasıyla ilgili sorunu yönetmekte zorlandığı “güvenlik bürokrasisine” bağlı hareket etmekten dolayı değil kendi vizyonunun demokratik olmakta zorlanıyor olmasından dolayıdır.

Bu da üç.