AİHM, dün vermiş olduğu kararında, Selahattin Demirtaş’ın tutuklanmasının değil, 2 sene boyunca tutuklu olarak bekletilmesine ve siyasi haklarından mahrum bırakılmasına yoğunlaşıyor. Makul şüphenin bulunması durumunda, gözaltına alınmış olmasında sorun görmüyor. Bunun yanında, tutukluluğun devam etmesini haklı kılan yeni gerekçeler ve deliller ileri sürülmediği müddetçe, tutukluluk halinin en kısa süre içerisinde sona erdirilmesini talep ediyor. Üstelik bu uzun tutukluluk süresi içerisinde Anayasa Referandumu ile Başkanlık ve Genel Seçimlerin yapılmış olmasının da, bu tutukluluk halinin hukuki değil siyasi nitelik taşıdığını düşündürttüğünü belirtiyor. Ayrıca, Demirtaş hapisteyken ve partisi üstte anılan seçimlere katılım gösterirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğrudan hedef gözeterek “hesap verecekler” türünden sıkıntılı açıklamaları alıntılanıyor. Kararda bunun Türkiye demokrasisi açısından da bir tehdit oluşturduğu, çoğulculuk ilkesine aykırı bir davranış olduğu vurgulanıyor ve dolaylı olarak yargı bağımsızlığına atıf yaparak, söz konusu tutuklama ve hapsetme kararının siyasi baskılardan kaynaklı olarak alındığı ifade edilirken, tutuklamanın sürmesinin hem Demirtaş’ın seçilme hakkı hem de yurttaşların seçme hakkı yönünden bir kısıtlama yarattığı tespit ediliyor.

Türkiye’yi “demokratik bir toplum ilkesinin tam merkezindeki bir ilkeyi ihlal etmekle ve çoğulculuğu ve siyasi tartışma özgürlüğünü baskı altında tutmakla” suçlayan Anayasa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından anılan sözleşmenin 5. maddesinin 1. fıkrasında belirlenen “sanık hakkındaki iddialara dayanılarak gözaltına alınmasında” ve 4. fıkrasında belirlenen “tutuklamanın hukuki olup olmadığı konusunda hızla karar verilmesi” hakkında ihlal görülmezken, 5. maddenin 3. fıkrasında “yakalanan ve tutulan herkesin derhal bir yargıç veya yasa ile adli görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması zorunludur” ifadeleri ile belirlenen şekilde “bu kişinin makul bir süre içerisinde yargılanma ya da yargılama süresinde serbest bırakılma hakkının” yani “bir an önce yargıç önüne çıkarılma hakkının” ve de “serbest seçimlere katılma hakkının” ihlal edilmiş olduğunu belirtiyor. Yani Demirtaş’ın gereksiz yere ve tamamen siyasi nedenlerle tutuklu tutulduğunu ve tutuksuz olarak ve/veya adli kontrol şartı ile yargılanmasının gerektiğini bu şekilde izah ediyor.

Bu süreçte Türkiye ilk defa Sözleşmenin 18. Maddesini ihlal ettiği iddiasıyla suçlandı ve mahkûm edildi. “Hakların Kısıtlanmasının Sınırları” başlıklı 18. Madde şöyle der; “Bu Sözleşmenin hükümleri gereğince, sözü edilen hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar ancak öngörülen amaçlar için uygulanabilir.” Elbette Türkiye kararı doğrudan uygulayabileceği gibi, 3 ay içerisinde temyize de gidebilir. Ancak sonunda kararı uygulamak durumundadır. Nitekim Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Sözcüsü AİHM kararlarının üye ülkeler için bağlayıcı olduğunu söyledi... Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. Maddesi de çok nettir: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”

AİHM Pakistan, Sri Lanka veya Venezüella hakkında bir karar almış değil. Söz konusu olan ülke “Türkiye”’dir. Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biri ve aynı zamanda 1950’de Roma’da kabul edilerek 1953’te yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ilk imzacı ülkelerinden biridir. Dolayısıyla, AİHM kararı Türkiye’yi doğrudan bağlar ve uygulanmamasının hukuki ve siyasi sonuçları olur. Uygulanabilecek olan tedbir ve yaptırımlar bizim parlamento üyelerimizin Konsey toplantılarına alınmaması, Türkiye’nin izleme (monitoring) sürecine alınması ile başlar ve nihayetinde Türkiye’nin Konsey üyeliğinin iptal edilmesine kadar gidebilir. Erdoğan “bizi bağlamaz” dedikten sonra sözlerini “karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” diyerek sonlandırıyor. Bunun altında ise Demirtaş’ın AİHM kararınca tahliye edilip, bir başka suçtan tutuklanması olabileceği iması olabileceği belirtiliyor. Bu durum kuşkusuz ülkemiz aleyhine çok daha ağır ihlal kararlarının çıkmasına yol açabilir.

Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu “kararın gerekçelerine çok iyi bakmak gerek” derken, Adalet Bakanı Gül "Mahkeme AİHM kararı gerekçelerini dikkate alarak bir değerlendirme yapacaktır. Yargılama halen derdesttir. Yargılamayı yapan mahkeme AİHM kararı gerekçelerini dikkate alarak bir değerlendirme yapacaktır. Hepimizin bağımsız yargının kararına saygı göstermesi lazım. Tahliye kararını verecek olan siz de ben de değilim, bağımsız Türk yargısıdır” şeklinde çok daha ılımlı bir açıklama yaptı. Burada Erdoğan ile yakın çalışma arkadaşları olan bakanları arasında bir iyi polis – kötü polis iş bölümü yapılmış olması muhtemeldir. Demirtaş ise kendi hakkında verilen kararı “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği bu kararla birlikte, siyasi rehine pozisyonum hukuken tescil edilmiş oldu. Yargılandığım davalar ve isnatlar tümden çökmüştür” şeklinde değerlendirildi.

Kabul etmemiz gerekir ki Erdoğan gerçek bir siyasi deha, kendisini çok olumsuz yönde etkilemesi gereken durumları bile büyük bir maharetle manipüle etmek suretiyle kendi lehine çevirmeyi bilmiş olan pragmatik bir lider ve popülist bir siyasi figür. Örneğin, daha yeni cumhur ittifakının köprüleri atılmışken, bugün itibariyle Erdoğan ile Bahçeli görüşüyor ve görüşmenin konusunu bizzat Erdoğan “seçim ittifakını masaya yatıracağız” şeklinde ilan ediyor. Bu bağlamda, AİHM’in ister istemez 31 Mart seçimlerine uzanan süreçte Erdoğan’ın eline harika bir fırsat ve koz vermiş olduğu da söylenebilir. Bundan sonra Erdoğan’ın “ya bunlar zaten Haçlı kalıntısı, İslam düşmanı, Avrupa her zaman terörü desteklemiştir, bizi içeriden ve dışarıdan yıkmak ve bölmek istiyorlar, başaramayacaksınız, sizin teröristiniz bizim teröristimiz diye bir şey yoktur, bizi kıskandıkları ve bizden korktukları için bizi köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar, bu millet buna izin vermeyecektir ve 31 Mart’ta gereken cevap verecektir, AİHM kararını destekleyen ve doğru bulan herkes terör ve teröristler ile aynı çizgidedir, bunu böyle bilelim” türünden alışıldık şoven söylemlerini sıklıkla işiteceğiz, en azından 31 Mart yerel seçimleri sonuçlanıncaya kadar...

AİHM bununla da kalmadı, haksız, temelsiz ve uzayan tutuklama süreleri konusunda Kavala’dan da bahseden Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatovic, iddianamesiz bir şekilde bir yılı aşkın süredir Silivri Cezaevi'nde bulunan Osman Kavala'nın AİHM'deki davasına müdahil olacaklarını açıkladı. Bu da Türkiye açısından bir ilk olacak.

İmza ettiği ve ayrıca her parlamento seçiminden sonra milli parlamentosu (TBMM) tarafından onaylanmış bulunan hangi uluslararası antlaşma ve sözleşmenin Türkiye’yi bağlayıp bağlamayacağını, Erdoğan’ın bu konuda vereceği kritik kararın neticelerini gelecek dönemde daha iyi göreceğiz.