12 Eylül’ün miraslarından birisi 7 Haziran günü yerle bir edildi. Halkların özgür/devrimci iradesinin önüne set çeken seçim barajı, yine halkların büyük direnci ile yıkıldı. Bu başarının temel dinamiği toplumun hemen her kesimine yayılan eşitlik, emek ve özgürlük için bir iradenin ortaklaşmasıdır. Farklılıkları ile birinin bir diğerini kendisine benzemeye çağırmadan, olduğu gibi kabul edip dayanışarak –birbirine benzemek zorunda olmadan/kalmadan- bir arada yaşama isteğidir. Bütün özgürlük taleplerinin ortak bileşkesi de HDP (Halkların Demokratik Partisi) oldu.

Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası sürecinde farklılıkların bir arada, eşit ve de özgür yaşama ideali iyi bir şekilde Sayın Demirtaş tarafından çok geniş kesimlere anlatıldı. İnsanlar da bu anlatılanların samimiyetine, içtenliğine, hepimiz için özgürlük ve de gerçek anlamda mutluluk vaat ettiğini gördüler. Türkiye’de ilk kez sol/sosyalist/özgürlükçü söylemler bu kadar geniş ve de farklı yığınların dikkatine iniyordu. İnsanlar bu anlatılanlara kayıtsız kalmadılar. Böylelikle Halkların Demokratik Partisi gerçek anlamda halkların, emeğin, kadınların, gençlerin bir partisi olma yolunda ciddi bir adım atmış oldu.

 Bu adımın/başarının izlerini sürmek için biraz gerilere gitmek gerekiyor. Halkların Demokratik Partisi adıyla, 15 Ekim 2012 tarihinde kurulmasından önce, 2011 Genel Seçimleri’ne Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu olarak bağımsız adaylarla katılan ve sonrasında “Halkların Demokratik Kongresi” adıyla çalışmalarına devam eden bu yapı Türkiye’deki muhalif/sosyalist yapılar için yeni şeyler söyleyerek başladığı mücadelesine, artık toplumun birçok kesiminde karşılık bulan, daha geniş kitleleri kucaklayan bir çatı olarak devam ediyor.

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun Seçim Beyannamesinde kendisi için; “Tekçi sistem ve politikalara karşı demokratik ulus çözümü ve yaklaşımıyla hareket etmektedir. Eşit vatandaşlık hakkı kadar, bireysel ve kolektif hakların özgürce kullanılabildiği, bütün toplumsal kimliklerin, cemaatlerin, grupların, cinsiyetlerin kendisini ifade edebildiği ve örgütleme imkânına kavuşabildiği toplumsal yapı, bloğumuzun esasıdır” diyordu. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku bu bildirge ile Türkiye için önemli bir deneyimin kapısını aralamış oluyordu.

Blok, 12 Haziran 2011 genel seçimlerine 39 ilde 61 bağımsız aday ile katıldı. Bu adayların 36 tanesi antidemokratik seçim yasası, eşitsiz seçim kampanyaları ve dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yıkıcı seçim kampanyasına rağmen meclise girmeyi başardı. Kürt Özgürlük Hareketi ekseninde gelişen bu sonuç genel olarak sol ve sosyalist yapılar üzerinde olumlu bir atmosfer yarattı. Söylemsel ve kâğıt üzerinde kalan, zaman zamanda sadece sloganlara indirgenen “dayanışma”, “birliktelik”, “ya hep beraber ya hiç birimiz” artık yaşam içinde bu seçimle bir karşılık bulmaya başladı.

Genel seçimlerde elde edilen başarı, seçimlerden sonra da Blok’un devam ettirilmesine dönük güçlü bir dinamik ortaya çıkardı. Blok güçlerinin bu seçim başarısından sonra başta AKP olmak üzere tüm sistem güçleri, bir yandan gerginliği tırmandırırken diğer yandan Kürt hareketine ve Blok vekillerine karşı çok boyutlu bir saldırıya geçti ve haksız savaşı yeniden alevlendirme girişimlerine hız verdi. Bu konuda hem özelde AKP yanlısı hem genelde tümü olmak üzere burjuva medya da şovenizmi tırmandırıcı ve kitleleri manipüle edici yayın politikalarına hız verdi. Bütün bu saldırı ve gelişmeler karşısında, bir seçim ve eylem birliği platformu olarak başlayan Blok, yeni bileşenleri de kendisine çekerek bir Kongre Hareketine dönüştü.

81 ilden 820 delegenin katılımıyla 15-16 Ekim Tarihlerinde Ankara’ da Kongre kendisini ilan etti. Kongre, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin ortak mücadele alanı olarak kendisini ilan etti. Kongrenin inşası Türkiye devrimci güçleri açısında moral ve motivasyon olarak iyi bir etki bıraktı. Soyut söylem ve taleplerin geride bırakıldığı ve birlikte yeni olanı inşa etme süreci olarak somutluk kazandı. Aynı zamanda partileşme için bir hazırlık süreci de başlatıldı.

Kongrede yatay/esnek bir çalışma modelini, yerelden/doğrudan örgütlenme hedef olarak ortaya konuldu ve bu amaçla 6 tane Meclis oluşturuldu. Bunlar; Eğitim Hakkı Meclisi, Ekoloji Meclisi, Emek Meclisi, Gençlik Meclisi, Kadın ve Sağlık Meclisi. 30 Ekim 2007 tarihinde Diyarbakır’da kurulan Demokratik Toplum Kongresi deneyimleri de sürece dahil edildi. Çalışma tarzı, örgütlenme biçimi ile yeniden öğrenmek, geçmiş alışkanlıkları geride bırakmak için bir yapılanma dönemi başladı. Zaman zaman geçmiş yapı, örgüt ve de parti çalışma tarzından kaynaklı tıkanmalar olsa da Kongre partileşme sürecine kadar geldi.

Kongreden bir yıl sonra, 15 Ekim 2012 tarihinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) kuruluşunu ilan etti. HDP tüzüğünde amaç kısmında hedeflerini çok açık bir şekilde ifade eder; “Parti, mevcut anti-demokratik siyasal sisteme karşı, halklardan, ezilenlerden, yok sayılanlardan, doğadan, hayvan haklarından, emekten, özgürlükten, eşitlikten, barıştan ve adaletten yana olanların demokratik bir siyasal düzen ve insanca bir yaşam için ortak mücadeleyi örgütlemeleri gerektiğinin bilinciyle demokratik halk iktidarını hedefler.”

HDP ile birlikte Türkiye’de “radikal demokrasi” tartışmaları da boyutlanmaya başladı. Laclau ve Mouffe 1980’li yılların başında özellikle de muhafazakâr liberalizme karşı geliştirdikleri politik açılımı ‘radikal demokrasi’ olarak kavramlaştırdılar. Solun ‘kimlik siyaseti’ diyerek hafife aldığı ‘kültürel mücadele’ cephesinin öneminin altını çizen ikili, böyle bir radikal demokratik siyaset biçiminin Sol için en acil hedef olduğunu ilan ederler. HDP’nin programındaki Patriyarkal sistemin ‘ahlak’ adı altında pekiştirilmesi kabul edilemez. Kimsenin yaşam hakkı elinden alınamaz; cinsiyeti, cinsel yönelimi, kimliği, dini veya dili yüzünden kimse dışlanamaz, ezilemez. Kimse kendi emeğine yabancılaşmayı kanıksamak, geçim ve yaşam kaynaklarının ipotek altına alınmasına karşı sessiz kalmak zorunda değildir, yaklaşımının kavramsal karşılığı ‘radikal demokrasi’dir.

Türkiye siyaset tarihinde yeni bir süreç başlamış oluyordu. Bu kavramsallaştırmalarda Abdullah Öcalan’ın katkısı da önemli boyutta olmaya devam ediyordu. Abdullah Öcalan’ın, Ortak Vatan, Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Ulus temelinde ortaya koyduğu çözümleme ve değerlendirmeler böylesi bir yapı (HDP) ile hayat bulabilir derken bu yeni sürece dikkat çekiyor. Kimi çevre ve de yapıların “neden bu inat” yaklaşımlarına rağmen ‘radikal demokrasi’ ile de ifadesini bulacak bu yeni sürecin hayat içinde ciddi bir karşılığı olacaktı. HDP, 30 Mart 2014 tarihinde yapılan Yerel Seçimlere parti olarak girdi. Bu seçimlerde BDP+HDP %6.1 oy oranı elde etti. Bu sonuç üzerinden erkenden ciddi bir tepki görmeye başladı.

Farklı birey, siyasi yapı ve gruplar ile birlikte Kürt Özgürlük Hareketi eksenin yazan, çizen, siyaset yapan birçok bireyin de tepkisi farklı olmadı; “HDP dayatma bir projedir”, “Kürt halkının çok başka bir gerçekliği var”, “HDP projesi başlamadan çökmüştür”, gibi başlıklar ile bu tartışmalar veriliyordu. Bunlar ile birlikte kimi milliyetçi Kürt birey ve çevreleri başta olmak üzere, bazı dar/ Ortodoks Türk sol çevreleri “HDP’nin süreci tamamlanmıştır, işi bitmiştir” heyecanı ile yazılar yazdılar, açıklamalarda bulundular. Hatta seçin sonuç tablosunu “ben haklı çıktım, bu proje başından itibaren bir dayatmaydı” şeklinde HDP’ye basit yaklaşımlarını da açık etmiş oluyorlardı. Bu zaman dilimi içinde 'BDP tabanı birleşmeden rahatsız' başlıkları ile haberler yapılıyordu; “Bir taraftan BDP‘de hala kafa karışıklığı devam ediyor. BDP’nin kapatılmayacağı isim değiştirerek bir kadro partisi olarak devam edeceği söyleniyor. Kadro olarak BDP'nin varlığını sürdüreceği ama seçimlere HDP ile girileceği gibi bir takım yöntemler deneneceği ifade ediliyor. Ben bunların da BDP siyaseti ve Kürt siyasetine herhangi bir katkısı olacağı düşüncesinde değilim.”

Hatta Sayın Öcalan’ın 30 Mart seçimleri için çağrısı; “"Belki Türkiye'deki metropollerde HDP için sorunlar çıkartıyorlar. Bu ittifak, bundan on sene önce kurulsaydı bu saldırılar olmazdı, büyük kazanımlar olabilirdi. Geç kalındı. Eskiden varsa bile cılız bir ittifak vardı. Bu ittifak olsaydı seçim barajı da ortadan kalkmış olurdu, şimdiye kadar. Onun için ilerde daha geniş çerçevede bu ittifakın ilerletmesi ve herkesin de buna katkı sunması gerekmektedir. Eğer bu olsaydı Kürt sorunu demokratik zeminde bir an önce çözülürdü. Türkiye de özgürleşirdi. Kürt sorunu çözülmeyene kadar Türkiye'nin sorunları çözülmez. Bunun için herkes hassas seçim döneminde buna katkı sağlamalı. Eğer katkı yapılırsa demokrasi adına büyük kazanımlar sağlanabilir” HDP’ye yüklediği misyonu açıklıyordu.

HDP’nin zorlama bir proje olduğuna dair Kürt Özgürlük Hareketi içinde kimilerinin de açıklamaları çeşitli şekillerde yansımaya başlamıştı. İşte tam bu zaman dilimi içinde Özgür Gündem’de yayınlanan Ali Yılmaz röportajı ve de Sayın Abdullah Öcalan’ın; “HDP bir proje değil, bu coğrafyanın halkları için birarada eşit ve de özgür yaşamanın bir adıdır” açıklaması ile Halkların Demokratik Partisi yoluna devam etti. Bu yol alış yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Cumhurbaşkanı Seçim Kampanyası ile kitlesel bir karşılık buldu. Burada karşılığını bulan şey; sahip olunan, doğru olarak bilinen ve da savunulanın, uygun dil, sıcaklık ve de samimiyetle anlatılması sonucu insanların bunları dinlemesidir. Evet, Cumhurbaşkanlığı Seçim Kampanyası sürecinde insanalar başta Demirtaş olmak üzere bütün HDP’lileri dinlediler.

Daha önceleri uzaklarında olan özgürlükçü bir söylem, dil, talep bu kez onları da içine almıştı. 7 Haziran Genel Seçimlerine gelirken de o zaman HDP’ye kulak veren kitlelere daha kalabalık kitleler karışmaya başladı. Demirtaş’a oy veren ciddi bir kitlenin çeşitli memnuniyetsizliklerinden dolayı kendi partilerine oy vermeyen seçmenlerden oluştu. Bu seçmenlerin HDP’ye/Demirtaş’a “emanet oy” verdikleri ve kalıcı olamayabileceği söylendi. Ancak hiç de öyle olmadı, 10 Ağustos’ta Demirtaş’a oy veren milyonlara yeni milyonlar eklendi.

Devletin geçmişten beri yaptığı bir politika bu seçimde ciddi bir yara aldı. O da inançları, dilleri, aidiyetleri farklı olan kesimleri ayrıştır, çatıştır, bu çatışma ile korku geliştir ve büyük çoğunluğu yanına bir kısmını da devletin diğer partisinin yanına yedekle. İşte şimdi yeni bir şey var; o da insanlar farklılıkları ile bir arda durabileceklerini gösterdiler. Devletin ırkçı/militer yüzü daha geniş kesimler tarafında görüldü ve de buna ciddi bir itiraz gelişti. Yurttaşlık bilinci açısında bir sıçramadır bu durum. “Türkiye tarihinin en önemli seçimi geride kaldı. İlk defa Türkiye’nin radikal demokrasi güçlerinin siyasal gelişmeleri etkileyen temel aktörü haline gelmesi gerçekleşti. HDP’nin seçim başarısı, sadece seçim başarını değil, Türkiye’nin demokratik devriminin önündeki barajları da yıkmıştır. Onlarca yıldır Kürdistan ve Türkiye’de yürütülen özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ortaklaştırılması, Türkiye açısından yeni geleceğin ne olduğunu ortaya koymuştur.”

7 Haziran günü akşamından bu yana bu ülkede milyonlarca insan mutlu. Bu devlet her zaman mutluluğu bu coğrafyanın halklarına fazla gördü. Her zaman acı, gözyaşı, ızdırap… hatta öyle bir şey oldu ki, insanlar birbirleri ile bir ortaklık ararken bunu acıları üzerinden yapıyorlardı. Ancak şimdi yeni bir şey var; bu ülkede yaşayan insanlar zaferleri, mutlulukları üzerinden bir ortaklık kurmayı başardılar. Bu ortaklık bir filiz gibi toprağa indi. Bu filiz boy verecek ve bu ülke, coğrafya özlem duyduğu barış içinde bir arada özgür yaşama doğru yol alacaktır. Söyleyecek, yapacak çok şey var; bu daha başlangıç mücadeleye devam…