7 Haziran seçimlerinden sonra yazacağım ilk yazı olması hasebiyle, beklentilerden uzak can sıkan bir yazı olacak belki ama bu olmadan zaferin mutluluğu eksik olur diye düşünüyorum.

İlk solukta şunu söylemek yerinde olacaktır; teşekkürler HDP, kibirden aklını yitirmiş yiyicilere utancı ve korkuyu tattırdığın için.

Belki yeterince utanç hasıl olmadı, lakin şunu biliyoruz ki utanmak için vicdan sahibi olmak gerekiyor.

Özellikle seçim akşamı iyi insanların gözlerinde beliren sevinci duyumsamak yerine, keyfimden feragat edip "zift medyasını" izledim.

"Birkaç ırgat bir araya geldi ve bazı eksikleri ve kusurları olsa bile Türkiye'yi şaha kaldıran ve alternatifi de ortada bulunmayan iktidarı yıktı."

Yolsuzluğa kılıf uyduran ilahiyatçı Hayrettin Karaman'nın dediği gibi "ırgatları" dinlemek yerine Türkiye’yi şaha kaldıran yiyicilerin yıkılan iktidarına bakıp korkunun izlerini görmek daha makul geldi bana.

"Dicle'nin kıyısında kaybolan kuzunun sorumluluğu ile başlayıp, ölen de Kürt öldüren de Kürt" diye son bulan trajedi, seçimle birlikte ete kemiğe bürünen bir vakaya dönüştü.

Seçimden önce HDP'nin Diyarbakır mitinginde patlayan bombalar, sonrasında Tayyip Erdoğan'ın; ölen de Kürt öldüren de Kürt" demesi bu vakanın ta kendisidir.

Kürd’ü Kürd'e kırdırmanın bu denli cazip söylemleri, bu kadar pervasız savunucuları hiç olmamıştı.

Bu vesileyle Kürtlerin "kardeş" kelimesinden iğrenmesinin haklılığına şahit olduk.

Yıllar yıllar "Türk Kürt kardeştir, PKK kalleştir" patavatsızlığının sosyolojik karşılığını da görmüş olduk. Kürd’e kardeş demek suretiyle dilini, kimliğini, hukukunu, varlığını, inkâr eden merkez partilere oy verdiği ölçüde kardeş, aksi durumda; hain, bölücü, dinsiz, Ermeni işbirlikçileri, olarak itham edilip katillere hedef gösterildiğini gördük.

Tayyip Erdoğan'ın, bu korkunç saldırı için baş sağlığı dahi dilemeden, saldırganın kimliğine ilişkin vurgusu neyin nesidir?

Türkiye’de bu soruları soracak hukukçu olmadığı için şeytanın avukatlığını yaparak soru sormak da yazarlara düşüyor.

1- Saldırganın IŞİD terör örgütünün üyesi olduğu, seçimden sonra ortaya çıkmasına rağmen, Tayyip Erdoğan, seçimden hemen önce hangi bilgiye dayanarak saldırganın Kürt olduğunu söyledi? Bu bir temenni ifadesi miydi?

2- Devletin bölgedeki emniyet subabı olarak tarif edilen Hizbullah'ı harekete geçirmek için mi bu açıklamalar yapıldı?

3- Seçim sonrasına taşan Diyarbakır'daki şiddet olayları bununla bağlantılı mıdır?

4- Elinde Kaleşnikof silahlarla insan avına çıkan Hizbullahçılar neyin nesidir, emniyet güçleri neden müdahale etmemektedir?

5- Bombalı saldırıdaki IŞİD bağlantısını gizlemek mi amaçlanmıştı?

Bana göre bunların hepsi amaçlanmıştı. Bir yandan Hizbullah'ı sokağa salmak, bir yandan katliamı örtbas etmek, bir yandan da IŞİD bağlantısını gizlemek amaçlandı.

Tam da bu noktada şu soruyu sormak farz oluyor; öldürenin Kürt olması, ölümü meşru mu kılıyor?

Görevi asayişi temin etmek olan devlet görevlilerinin, katillerin kimliğine vurgu yaparak cinayetleri benimsemeleri, kardeşlik hukukunun gereği midir yoksa düşmanca hislerin tezahürü müdür?

Bu sorular yanıtlanmadan seçim sonuçları üzerinde konuşmanın Fuat Avni’nin tabiriyle "zift medyasının" öngörüsüzlüğüne kapılmaktan farksız olacağı aşikar.

Seçim akşamı 6 milyon insanın oyunu alarak haksızlık karşısında hakkın zaferini kazanan HDP için, Doğan medyasıyla Zerdüşt Kürtlerin ihaneti diye bahsediyordu zift medyası. Bu denli pervasız, bu denli tahammülsüz ve küstahtılar.

Söylenen her sözde "nankör Kürtler" dediklerini duyumsuyordum. Onlara göre Erdoğan baba, her türlü iyiliği yapmıştı, Kürtleri var eden, hak veren, kardeş diyerek bağrına basan oydu. Lakin Kürtler AKP'ye sırt çevirerek nankörlük etmişti.

Demem o ki seçimi geride bıraktık ama çirkefliği, ikiyüzlülüğü ve düşmanlığı geride bırakamadık. Hatta elden giden menfaatlerin uğruna kanlı bıçaklı olmayı göze alan yeniyetme bir düşmanlık peyda oldu.

İki kelimeyle süreci özetlersek; HDP açısından muhteşem bir başarıya, AKP ve "zift medyası" açısından birikmiş bir düşmanlığa tanık olduk.