Ne zaman doğdu bilmiyorum. Ama çocukların çığlıkları aklımda. “Bereket geldi!” Neden Bereket? Bilinmiyor. Bereket o küçük kediydi. Bütün tekir kedilerin sır küpü gözleriyle bakardı dünyaya. Hırçın, sevecen, arkadaş. Diğer kediler gibi olsa da, başka bir özelliği vardı galiba. Bunu kısa bir süre sonra anlayacaktık.

Bir gün baktık Bereket’e tasma almış birisi. Yemekler vermiş, Bereket’i bizim bahçeli yapmış. O da bunu benimsemişti. Henüz üç aylıkken bahçedeki keyfine diyecek yoktu.

Sonra aniden bastıran bir sıcak oldu kışın ortasında, mevsimsiz bir sıcak. Sanırım o yüzden gitmişti otoparkın oralardaki bir arabanın altına. Ev sahiplerinden birinin o arabaya koşturması gereken anına denk düşen bir sıcaktı o an. Evden arabaya koşuşun, arabanın kapısını açışın, kontağı çevirişin, debriyajın ve birinci vitesin hükmettiği sıcaktı o, o sıcakla birlikte gelenin umulmazı. Bir telaş ki tam insana göre olanından. Araba hızla yerinden fırlayıvermişti.

Arabanın o roket fırlayışı! Bereket’in düşleri içerisinde gezinen tekliği, biricikliği, tekinsiz bastıran o kış sıcağının etkisiyle olsa gerek, hayatıyla ödediği kısa bir anla özetleniverdi. Bereket tekirken tekerlek oluverdi. Bütün tekirlerin mağrurluğuyla çok kısa bir zaman diliminde yaşam ve ölüm arasında ölümün yanına çekiliverdi.

Birinci vitesten sonra boşalan park yerinde bir avuç kan vardı. Bir de Bereket. Ruhunda esip duran rüzgârların içerisinde birazdan uyanacağı anın, tasmasını öttüre öttüre cılız ağaçlara patilerini savuracağı dakikaların özlemini çeker bir halde şekerleme yapıyordu sanki.

Arabanın içindeki sürücünün köşeyi dönerken önce ikinci sonra üçüncü vitese takacağı arabasında Bereket’e özgü bir şey kalmışsa da insanların genel haletiruhiyesi içerisindeydi arabanın sürücüsü. Umursamamak. Gidilmesi gereken yerler, yetişilmesi gereken zamanlar, yapılması gereken işlerin aktörüydü o da çoğu insan gibi.

Bereket ölüme bulanmış şekerlemesinin arasında bunu fark edemeyecek bir kedi rüyasıydı o sıra, olsa olsa. Bahçedeki çoluk çocuk etrafında toplanırken de. Cansız bedeni otoparkın içinden alınıp bir yerlere götürülürken de. Uykuda, uykuda.

Sonra, hayli sonra ama, garip bir şey oldu. Bahçede ne kadar kedi varsa, sarmanı, bozu, siyahı, armalısı, genci, yaşlısı tek tek kanın etrafında buluştular. Buluşmakla kalmadılar oturup beklediler. Uzun uzun. Bir kedi ömrüne vurduğunuzda çok uzun. Biz insanlara öğretilecek bir dersti bekleyişleri. Beklediler. Uzun uzun sessizce, Bereket’in gidişine duydukları o sabır ve metanet yüklü sessizlik içerisinde.

Bir türlü gitmeyişleri oldu Bereket’in gerideki yası. Bozu, karası, beyazı. Bir avuç kan değil de yeryüzünün tuhaf bekleyişlerinin adı oldu Bereket. Bana öyle geldi ki sadece arkadaşlıkla, tanışlıkla, zamandaşlıkla özetlenebilecek bir bekleyiş değildi bu. Bir keresinde büyük şairimiz Gülten Akın’ın kargalar için kaleme aldığı bir yazısındaki gibiydi olup bitenler. Yas tutmayı bilen kargalar, kediler; Peki ya bizler?

***



Geçtiğimiz 1Mayıs’ta Orhan Alkaya Taksim Meydanı’nda öldürülenlerin adını tek tek saymıştı. Çok etkileyiciydi o an. Ben de onu yazmıştım. O saymıştı, biz de o saydığı isimlerin ardından “Burada” diye cevap vermiştik ona. O saydıydı, bütün meydan yinelediydi: “Burada burada!” Orhan Alkaya daha sonra yazmıştı bana. Paylaşayım sizinle yazdıklarını:

“Yazını şimdi okudum -tehirli. Bu sene kürsü dizaynıyla uğraştım. O isimleri -ki otuz küsur yıldır sadece rakamdılar- teker teker sayma fikri geceyarısını epey geçe doğdu. Mete -Sönmez- ‘77 pankartını buldu, alana vinçler getirdi -geceyarısıydı yani- ve ‘n’apalım,’ dedi. O ara saygı duruşu şekillendi. İsimleri buldum, yazdım, ağladım -en çok da ilk eylemlerine gelen Fen Fakültesi’nden Sibel’e, Ahrameyr Lisesi’nden Jale’ye ağladım. Polis Nazmi’yi de ekledim o listeye. İsimleri okurken ağlama duygusu beni korkutuyordu ama daha tuhaf bir şey oldu: ‘Burada!’ İnanılmaz bir hal geldi üstüme, titreyerek bitirdim saygı duruşunu allahtan tedbirli davranıp nota sehpası koymuştum önüme. Açış konuşmasını yaparken, kürsüyü yönetirken tereddütsüz bir eğlenme, mutlu olma hali içindeydim ama bitirirken artık ben bende değildim. Bir kez daha aynı yerde kaldım; tek hayalimin her ne durumda olursak olalım, sıcaklığında.”

***



O sıcaklık! O sıcaklıktaki ruhu hiç yitirmemeli. Mevsimsiz gitmiş ölülerimize, tanısak da tanımasak da sahip çıkmak için; Belki birbirimize sahip çıkmayı da böyle öğreniriz!

Yarın 1 Mayıs. Bereket zamanı.