On yıl kadar önce Michigan Üniversitesi’nde ders vermek için Amerika’ya gitmiştim.

İki sömestr orada kaldım.

Orada yaşadıklarım büyük bir hayal kırıklığıydı benim için.

Hiçbir şey doğru dürüst işlemiyordu.

Eve bir telefon bağlatabilmek için on beş gün uğraşmak, defalarca şirketle konuşmak, otomatik telefonlarda cevap alana kadar dakikalarca beklemek zorunda kalmıştım.

Sonunda yanlış bir telefon bağlamışlardı.

Bir on beş gün de onu değiştirmek için çabalamıştım.

Miden ağrıdığında bir doktordan randevu almak çok büyük bir sorundu.

Haftalar, bazen aylar sonraya randevu veriyorlardı.

Ancak bir hastanenin acil servisine gidersen bir doktor bulabiliyordun.

Detroit’ten New York’a uçabilmek için bir servet vermeyi göze alman gerekiyordu.

Uçaklar asla zamanında kalkmıyordu.

Bir keresinde La Guardia havaalanındaki bekleme salonunda koltukların arasında dolaşan bir fareyi izleyerek vakit geçirmiştim.

Amerika’nın çok iyi yetişmiş bir kesimi vardı ama “günlük hayatın” içinde onlara rastlamıyordun, günlük hayatta karşılaştıkların eğitimleri, sorun çözme kabiliyetleri düşük elemanlardı.

Ülkede çok büyük bir eğitim dengesizliği yaşanıyordu.

O zamanlar bir yazı yazmıştım, “Amerika uzaktan baktığında pırıl pırıl parlayan kocaman bir elma gibi ama bu elmayı kurt yiyor” diye.

Şu son günlerde sadece Amerika’da değil bütün “gelişmiş” ülkelerde “elmayı kurt” yediğini görüyoruz.

Norveç polisi, Oslo’nun biraz ilerisindeki bir adada katliam yapılırken “lastik botları” patladığı için olay yerine zamanında yetişememişti.

Londra’da ise dünyanın belki de en meşhur polisi olayları önlemekte yetersiz kaldı.

Bizim Kürtlerle Türkler ellerinde sopalarla mahallelerde nöbet beklediler.

Dükkânlar yağmalandı.

Olaylar yayıldı.

Bu “gelişmiş” ülkelerin olaylar karşısında böyle büyük fiyaskolar yaşayacağı doğrusu pek beklenmiyordu.

Sistemlerinin “âni şoklara” karşı çok hazırlıksız olduğu ortaya çıktı.

Ekonomide ise daha da ciddi felaketler yaşıyorlar.

Yunanistan düpedüz battı.

İtalya, İspanya, Portekiz, İzlanda, Macaristan sallanıyor.

Avrupa Birliği ne yapacağını tam kestiremiyor.

Dünyanın “süper gücü” Amerika’nın, borç sorunları yaşadığı için “kredi notu” düşürüldü.

Çok garip ve dengesiz bir görüntüleri var gelişmiş ülkelerin.

Bir uçlarında “uzay teknolojisi”, diğer uçlarında ise büyük bir beceriksizlik ve şaşkınlık duruyor.

Teknolojileriyle yeni bir çağ yarattılar.

Ama belli ki bu yeni çağa uygun biçimde örgütlenemediler.

Toplumlarını bu yeni çağa hazırlayamadılar.

Üretimde “insan” yerine robotlar kullanıyorlar ama işlerini robotlara kaptıran kalabalıkları ne yapacaklarını planlayamıyorlar.

Yağma çetelerinin bile kullandığı twitter teknolojisine sahipler ama bu twitter çağına uygun bir devlet örgütlenmesi oluşturamıyorlar.

Hâlâ geçen yüzyılın finans sistemini sürdürmek için uğraşıyorlar.

Eğitim sistemini yenileyemediler.

Yeryüzündeki gelir dağılımı adaletsizliğinin ve işsizliğin yarattığı büyük göç dalgalarının yol açtığı “ırkçılığa” karşı kitlelerinin toplumsal bir hazırlıkları yok.

Küreselleşmenin mucidi onlar ama küreselleşmeye uygun bir zihinsel iklimi oluşturmakta çok geç kaldılar, en “elit” kesimlerinde bile “milliyetçilik” duyguları kuvvetli, bir keresinde bir Alman politikacıya, “Siz önce Avrupalı sonra Alman mısınız yoksa önce Alman sonra Avrupalı mısınız” diye sormuştum, hiç düşünmeden “Önce Almanım” demişti.

Hem bir “birlik” kurup hem de o birliğin “doğal” bir parçası olmaz, o birliğin içinde kendinizi hep o birlikten başka biri olarak algılarsanız, bugün yaşananlar yaşanır işte, birlik içindeki üyeler birbirini kandırmaya uğraşır.

Gelişmiş olmanın en önemli özelliklerinden biri “ders çıkarma” yeteneğine sahip olmak sanırım.

Bu yaşananlardan dersler çıkarıp kendilerini düzelteceklerdir ama korkarım “ders” biraz uzun sürecek.

Ve, dünyayı da etkileyen epey sancı çekilecek.