Bu ülkede özellikle de son otuz yıl içinde, bir yandan insanlar korkunç bir savaşın içinden geçerken, diğer yandan hep barış hayali kurdular. ‘Bir gün, acaba?’ dediler. Hayal ettiler. Benim de bir hayalim var, tıpkı bu yüz binlerce insanınki gibi. 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne şunun şurasında ne kaldı? Bu topraklarda, şimdiye kadar hiç olmadığı bir kitlesellik içinde barış için sokaklara akacak mıyız? İstanbul, İzmir, Ankara başta olmak üzere bütün kentlerden yüz binler/milyonlar ‘barış hemen şimdi’ diyebilecek miyiz? Şimdiye kadar diyemediğimiz bir çoklukta olmalı bu haykırış. Bunu şimdiye kadar diyemediğimiz için son otuz yıl içinde sabahın olduğu, akşamın, gecenin on binlerce hayata uğramadığı zamanlar çok oldu.

Bunu şimdi yapmalı. Barış dendiğinde çok şey söylenir bu ülkede. İlk söylenen elbette barış, kim savaş ister ki oluyor. Ancak devamında hemen başlar ‘ama’ları. Bu amalar hem sistem öğretisi içinde geçmiş, başka bir okuma yapmamış insanlara ait; hem de sistem karşıtı muhalif bir yapıda olan, yani başka bir okuma yapmış insanlardan da gelmektedir. İlk ama “stratejik bir coğrafyada yaşıyoruz, dört tarafımız bizi istemeyen devletler ile çevrili” ile başlayıp “ya ülkene savaş açan olursa” ile devam eder ve en sonunda savaşın meşru olduğu çıkarsaması ile tamamlanır. İkinci ama “sınıflar arasında barış olmaz” ile başlayıp, “Kürt halkı uyanık olmalı” ile biter. İlkini anlamak daha kolay, erkek egemen militer sistemin öğretileri sonucu başka bir sonuca varması oldukça güç olacaktır. Ancak ikinci “ama” için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.

Bu satırları hepimize başka şeyler düşündürten, öngörmediğimiz muazzam bir direniş olan Gezi’den sonra yazıyorum. Gezi ile başlayan süreç şimdi parklarda devam ediyor, yani tarihin dışına itilmişler kendi tarihlerini yazmaya devam ediyor. Tarih okumalarında Paris Komünü’ne dair çok şeyler okuduk. Paris Komünü dünya direniş tarihinde önemli bir yer tutar. Komün 1871 baharı boyunca iki ay kadar yerel yönetimde kalmış özgürlükçü bir yerel yönetimdir. İçinde şekillendiği koşullar, tartışmalar ile yürüyen kararları ve acılı biten sonu ile önemli politik eylemlerdendir. Paris Komününün aldığı önemli kararlardan üç tanesi; düzenli ordunun kaldırılması, din işlerine ayrılan bütçenin kaldırılması, fabrikaların işçilere devredilmesidir. Bu kararları ile bile bütün dünya halkları ve emekçileri için son derece önemli bir sürecin adı olmuştur. Dünyaya soldan/sosyalizmden/komünal yaşamdan doğru bakanlar için bu kararlardan da görüleceği gibi Paris Komünü yarınlar için gerçek kılınmak istenilen bir yaşam modeliydi. Bizlerde aynı sonuçlar yaşanmamış olsa da Gezi sürecinde çıkardığımız en önemli sonuç; farklı sınıf, halk, yapı, aidiyetler üzerinden “hayatlarımız üzerinden kararları biz veririz” dememiz oldu.

Bu sözün vardığı yer barış oldu. Egemen sistemin şimdiye kadar çeşitli nedenlerle karşı karşıya konumlandırarak yönettiği geniş kesimler, devlet olmadan bir arada durabileceğini gösterdi. Yani şunu gördü geniş kalabalıklar, ‘devletimin bana öğrettiği gibi, benim dilimi konuşmayan, inandığıma inanmayan, dünyaya benim gibi bakmayan insanlar benim düşmanım değil’miş. Ve hiç olmamış kadar büyük bir dayanışma ve direniş ile kendisi için başka bir tarih yazdı. Bu süreç çok şekilde algıları değiştirdi, şimdi bunların içinde belki de en önemlisi olan barış için pratik bir süreç yaşıyoruz. Evet, silahların susması barış değildir, evet, barış toplumun farklı farklı kesimlerinin kendilerinin farklılıkları ile bir arda özgürce durmasıdır, evet barış toplumsaldır. O zaman bir yerlerden beklemek yerine her yerden yapı/grup ve bireyler sürecin parçası olmalıdır. Bu coğrafyaya barışın gelmesini AKP’nin demokratikleşme paketlerine bırakmak istemiyorsak bizim daha etkili söz ve eylemlerimiz olmalıdır. Yarın bir gün AKP süreci kendisinin oy kaybı olarak görüp “benden bu kadar” derse tekrardan devam mı edecek ölmelerimiz.

Gezi parkından bu ülkenin caddelerine, sokaklarına, meydanlarına ve oradan parklarına akan bu enerji barış için şimdi başka bir şey söylemeli. Barış artık birisi için başka, diğer birisi için başka bir şey olmasın. Zira bu ülkede yaşayan Kürtler için barış; ırkçı, militer, erkek egemen sisteme karşı özgürlük mücadelesi yürütürken ölmeme halidir. Bilerinin sınıf eksenli bakışı, diğerinin ulusal/muhafazakar bakışı bu gerçeği değiştirmez. Newroz’dan bu yana başlayan ateşkes hali bir barış hali değil, ateşin susması halidir. Barış ise buradan doğru geniş halk kesimleri ile örülecek bir süreçtir. Savaşı yürüten aktörlerin bu bağlamda yapacakları sınırlıdır. Bundan sonrasını bu ülkede bir arada yaşayan halklar, sınıflar birlikte bir arada yapmalı. Unutmamalıyız ki, şiddet ve ölüm kültürünün hüküm sürdüğü toplumlarda, kadın ve çocukların evlerde, öğrencilerin okullarda, halkların sokaklarda, karakollarda, emekçilerin işyerlerinde daha çok şiddet göreceği, kısaca yaşamın her alanında şiddetin azgınlaşacağı bir gerçektir. Farkında olsak da olmasak da bu şiddet hepimizi bulunduğumuz yerde vurur.

1 Eylül Dünya Barış Günü bu anlamıyla önemlidir. Evet, bizler kendi hayatlarımız için Gezi sürecinde isyana kalktık, bu isyanımızın bir nedeni de birlikte özgürce bir arada barış içinde yaşamak idiyse işte bunu göstermenin vaktidir. Kürt halkı 1993 yılından bu yana barış rüyaları görüyor. Bu ülkenin “batısı” için bol ama’lı bir söylem, “doğusu” için de barış artık rüya olmaktan çıksın. Bu ülkede yaşayan halklar olarak aslında daha eskilerden, bir yüzyılı kadar önce hep birlikte kaybettik. Kaybettiklerimizi kendi ellerimizle, kendi emeğimizle kurmanın zamanıdır. Bunun ilk adımı barışın bir hayal değil, hayatın gerçeği olduğunu göstermektir.