Uzun zamandır sistemle derdi olanların, muhaliflerin ve devlete karşı itirazlarını yüksek sesle söylemekten imtina etmeyenlerin söylediklerinin şu son günlerde Devlet Bakanı Bekir Bozdağ ile Hürriyet gazetesi arasındaki tartışmalarda bir kez daha doğrulandığını gördük. Başından beri bu ülkenin devletlû bir medyası var ve sürekli olarak iktidarların, devletin çelik çekirdeğinin ve sık sık değişen “ulusal çıkarlar”ın etrafında hizaya girmeyi varlığının yegâne sebebi sayar. Bu alandaki dürüst, mesleğin değerlerine, namusuna ve etiğine sahip çıkan çok az sayıdaki yazarı saymazsak (ki birçoğu da tasfiye edildi, ediliyor) medya adeta sistemin çöp tenekesi işlevini görmektedir. İktidarlar hedef gösterir medya linçi başlatır ve toplumun devletin/iktidarların amaçlarına uygun bir şekilde manipüle edilmesinde başrolü oynar, hem de gönüllü olarak. Çünkü medyanın kendini konumlandırdığı yer, devletin yanıdır ve her zaman egemenlerin çıkarları anlamına gelen “ulusal çıkarlar”dır.

Bu medya düzeneği öyle yıkıcı ve tehlikeli hale gelmiş ki, kimi nerede, ne zaman ve nasıl vuracağı belli olmuyor. Medyadaki tasfiyeler de bu sürecin daha da pervasız ve belden aşağı bir hâl almasını beraberinde getirmiştir. Bugünkü medya düzeninde, cemaatin has ve mühim kalemleri bile fikirlerini beyan etmekten çekinir hale geldiklerini yazmaktalar. (Bakınız; A. Turan Alkan, 19 Ağustos 2013 Zaman, http://www.zaman.com.tr/ahmet-turan-alkan/hava-puslu-suskun-gergin-ve-agir_2120826.html) Türkiye’de iktidarın neredeyse fiili ortağı haline gelmiş olan cemaatin etkili kalemleri bile bunu yazabiliyorsa biz fanilerin nasıl bir güvencesi olabilir, varın siz düşünün.

Şimdi esas konuya gelelim. Bilindiği gibi Bakan Bekir Bozdağ Hürriyet gazetesini Suriye’deki katliamlara karşı sessiz kalmakla, manşetlerini aldıkları talimatlarla oluşturmakla, baskı altında haber yapmakla suçlamış, kurduğu upuzun cümlelerle gazete yönetimine küçük bir ayar vermiş, Hürriyet gazetesi de buna “lisan-ı münasip” ile cevap vererek suçlamaya konu olan iddiaları tek tek “izah” etmişti. Bu tartışmada ilginç olan, hükümetin önemli bir bakanının, hem de Başbakan Yardımcısı olan bir hükümet yetkilisinin medyadaki en büyük gazetelerden birisine ayar vermesi değil, bu artık Türkiye’deki rutin, neredeyse standart hale gelmeye başlayan bir hükümet faaliyeti. Hükümetin öncelikli politikalarının en başında birilerine sürekli “ayar vermek” olduğunu biliyoruz artık.

Burada esas dikkat çeken Hürriyet gazetesinin cevabî yazısındaki şu cümleler: “Hürriyet gazetesi, dış politikada ulusal hassasiyetlerin ve ahlaki ilkelerin bilincinde olan bir yayın organıdır. Başından beri Suriye’de halkına zulmeden Esad rejiminin karşısında durmuştur. Daha dün Mısır’da halkına ateş açan darbeci generallere ‘Nil kasabı’ ve ‘Firavun’ manşetleriyle seslenmiştir.” Esas vurucu cümle ise açıklamanın sonunda: “Hürriyet gazetesi, bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de bağımsız, etik ve ulusal çıkarlar doğrultusunda yürüttüğü yayıncılığa devam edecektir.”

Bir gazetenin yönetimi kendi devletinin ve hükümetinin yanında bir başka ülkenin yönetimine ve rejimine karşı, üstelik ulusal çıkarlar çerçevesinde düşmanlık çizgisinde durabilir mi? Türkiye’de bu bir medya geleneği. Bir medya kuruluşunun yayın ilkelerinin başına “ulusal çıkarlar”ı koyması bu ülkede yabancısı olmadığımız bir durum olduğu için kimse de bundan söz etmedi.

Nedir bu ulusal çıkarlar peki? Kim belirliyor ulusal çıkarları? Paşalar döneminde ulusal çıkarlar Genelkurmay karargâhlarında belirlenirken aynı gazete ve adına merkez medya denilen yaygın basın-yayın organları yine muktedirlerin savaş mevzilerinde duruyorlardı. Bugün “ulusal çıkarlar” AKP ve cemaat karargâhlarında belirlenirken yine aynı medyanın en büyük gazetesi yayın çizgisini ulusal çıkarlara göre belirlediğini söylemektedir.

Devlete yakın durmak, devlet adına konuşan ve kimliğini hiçbir zaman bilemeyeceğimiz esrarengiz yetkililerden demeçler alıp sunmak, linç operasyonları düzenlemek, iktidarın yamaçlarında kendine bir “kimlik” ve “kişilik” edinmek, meslektaşlarını iktidarlara kurban etmek, ulusal çıkarları gazeteciliğin önüne yerleştirmek Türk medyasında yaygın bir kişilik bozukluğu olarak varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle devletlû medyadan yana en küçük bir umut beslemek için medyanın sadece şu son 30 yıldaki günahlarına karşı kör olmak gerek.