Kameralar karşısına hangi ruh haliyle çıktığı belli değil ama, “beklentilerimizi karşılar düzeyde değil” diyor, sandık sonuçlarına yapılan itirazlara dair. Beklenti, sadece senin kazanmanla, senin tatmin olmanla ilintili olduğu açık… Peki, halkın iradesinin yansıması, halkın iradesine saygı kimin beklentisi olsun? Söylediklerimizi kulaklarımız duymadığında kendimizi âlim sanırız. Ya da cevap vermenin çemkirmeyle karşılık bulacağı korkusuyla susan toplumlarda, kendini dâhi de sanabilirsin. Tedavi ettirsen bile kulakların duymayacak. Duyamaz. Duysa beklentilerinin seni getirdiği cemaat bencilliği bu kadar yansımazdı, diline, yüzüne, gözüne, cemaatine, kişiliğine.

Yani ne demeli şimdi… Dardayken demokrasiye sarılmak pişkin pişkin; iş görüldükten sonra, “bizim cemaat muhabbeti, bizim parti sloganı, bizim yiyiciler raconu”… Bir parça etik kural bile, senin sadece dilinde olup, pratiğinde hiç olmayan maneviyatından, inancından ve vicdanından daha insani.

Hani ilkokul öğretmenine söz vermiştin yalan söylemeyeceğine. Annene söz vermiştin. Babana erkek sözü demiştin. Sevgiline, her zaman ‘birbirimize açık sözlü ve doğru olalım’ diye, aşkın üzerine… Hangisi doğru, hangisine sevinebildin? Yoksa herkese yalan mı söyledin? Şimdi hangi yüzle, o ilk öğretmeninin hayaline, annenin öpülesi ellerine, babanın gururuna, sevgilinin gözlerine… Çocuklarına iyi örnek olacağına inanıyor musun? Çocuklarının, senin söylediklerini duymayacağını düşünüyorsan yalanlara devam… Özel eğitime muhtaç çocukların, babalarını mükemmel görmelerini dâhil etmiyorum bu listeye.

Önce kazandığını açıklayıp sonra sonuçlara itiraz etmenin nasıl bir şey olduğunu düşünüyorum hâlâ.

Seçimi kaybettiğinin açık seçik bilinmesine rağmen, ekranlarda, “biz kazandık” demeyi ne ile açıklarsan açıkla, akıllı ve namuslu insanların gözünde aynısın. Ama ne çok yapılmakta, dikkat edin. Güneşi sıvamaya çabalamanın kimseye faydası yok. Eğer doğru ve namuslu insanları bu konuşmalarında muhatap almıyorsan; ahaaa! o zaman başka.

Sonuçta:

Neresinden tutsan çürük paçavra... Her nedense bu çürüklere hep bizi sararlar. Bu çürük paçavralarla bizi taşırlar; düşüre, kaldıra. Askerimiz fakirden, asgari ücretlimiz aç; köylünün hak hukuk talebi sıfır, milli gelirdeki payı sadaka, vergileri tam öder. Çiklette kdv, lastik ayakkabıda kdv, yabada, sobada… Köylünün yatı yok ki mazotu yarı fiyatına satın alsın. Yüzde elli biri vergi olan mazottan almalı ki, ’devlete zeval olmasın’ diyebilsin. Mazotu yarı fiyatına alınca devlet aklına gelmeyecek, iyi bilinir. Toplum mühendisliğimiz mükemmel de, toplumu yolmaya kullanılmasaydı.

Charles Darwin’in mükemmel bir tespitini okumuştum yıllar yıllar önce. Okumakla kalmamıştım, onlarca fotokopisini dağıtmıştım. Yetmez. Dağlara, taşlara, beyinlere, makam odalarına, meclislere, okullara, kahvehanelere… Her ders kitabının kapağına… Hep altın harflerle… “Bilim ve sanat bir kuşun kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. ’Tavuk toplum’, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz.”

Bizi tavuğa benzettiği için Darwin’e küfretmek, daha kolaydır, söylediklerini anlamaktan. Biz de on yıllardır bu konuda birçok başarıya imza attık, takdir edilmeyi bekliyoruz. Batı ülkeleri yine taraflı davranarak bu başarımızı görmezden gelmektedirler(!).

Eee, zaten bilimi ve yenilikleri batıdan alıyoruz. Dünyanın en gelişmiş yirmi ülkesinden biri(!) olduğumuzdan, ithal etmemizde ekonomik bir sorun yaşamamaktayız. Sanat dediğin, boş iş, gençleri yoldan çıkaran uğraşı, hatta dinsizlik… Bazen de içine tükürülesi sanatlar oluyor. Onu da sadece sanat esnafı(!) şımarıklar bilir. Fazla karıştırmayın.

Yumurtalarımız mı alınıyor arkamızdan. Haberimiz var. O kadar da saf değiliz. Yağda yumurta iyi oluyor. Birlikte yiyoruz.