Hüseyin Aygün yazımı yazarken aradı. Hacıbektaş’taydı. İkili bir ruh hali içindeydi. Meydandaki 10 bin kişiyle tek tek kucaklaşıp öpüştüğünü söyledi. “Yaşadığım ağır olayın ardından moral depolamaya ihtiyacım vardı. Onun için Hacıbektaş’a geldim. Görülmeye değer bir destekle karşılaştım.”

Hakkında yürütülen ‘linç kampanyası’ndan huzursuz olan Aygün, cemevlerinin ibadethane olması, Kürt sorununun barışçı çözümü için söylediklerinin, yaptıklarının toplumda olumlu yankılandığını görmenin mutluluğunu yaşadığını da sözlerine ekledi. Hacıbektaş’tan yeniden Dersim’e gideceğini söyledi.

Aygün’ün “Dağları özlemişim” deyişi üzerinde derin okumalar yapanların hedefleri tartışılabilir. Bence, onun sözlerini ‘dağa çıkmayı özendirmek’ yönünde yorumlamak için, iyi niyetin ve nesnelliğin epey ötesine geçmek gerekiyor. Aygün, bu sözleri, ‘sorunun çözülmesi ve dağların özgürleşmesi’ için söylediğini ifade etti. “Beni en az bir ay ellerinde tutabilirlerdi. Kandil’e götürebilirlerdi. Sivil toplumun gücü beni kurtardı. Gösterilen tepkiler karşısında şaşırdılar, ellerinde bir saatli bomba haline geldiğimi görünce, bırakmak zorunda kaldılar” diye devam etti.

Bu yönlerden baktığımızda, pozitif bir sivil toplum ve demokrasi ivmesinden söz edebiliriz. Öte yandan Aygün’e yönelik saldırgan yazılar, suçlamalar madalyonun diğer yüzü olarak önümüzde.

Türkiye’nin ‘pozitif enerji’ye, yapıcı yaklaşımlara ihtiyacı var. Kötü ihtimalleri ve seçenekleri arka arkaya sıralamak yerine, olumlu ipuçlarını referans alarak okuma yapmanın gerekli olduğu bir dönemdeyiz.

 

Yeni bir çözüm enerjisi

Siyaset arenasında durum kolay görünmüyor. Şiddet yaygınlaşıyor. Hükümet, çözüm dilinden uzak. Toplumda, ‘karamsar dil’, zaman zaman derinlik kazanıyor. Tam da böyle dönemlerde, çözüm çağrılarını ciddiye almak, karamsarlığın dağılmasına yardımcı olabilir.

Haziran ayı başında, Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan’a bir ziyaret yapmış ve Meclis’te bir çözüm komisyonu oluşturulmasını önermişti. MHP bu girişime çok sert karşı çıkmıştı. Bunun üzerine Başbakan, CHP Genel Başkanı’na, “İki partinin (AKP-CHP) Meclis’teki temsilcileri görüşmeleri sürdürsünler” önerisinde bulundu. O öneri hala bence bir tutamak olarak kullanılabilir... Başbakan’ın yakın kurmaylarından ve Kürt sorunundaki danışmanlarından Yalçın Akdoğan, dün NTV’de Oğuz Haksever’in sorularını yanıtlarken bazı ipuçları verdi.

Akdoğan’ın sözlerinden bir bölümünü aktarıyorum: “Müzakere, partilerin bir araya gelerek bir diyalog tesis etmesi, uzlaşı arayışında olması demektir. Biz bu bağlamda CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Başbakanımız ile bir araya gelmesine çok önem verdik. BDP’ye de bizim kapımız hiçbir zaman kapalı olmadı. Bakanlar düzeyinde, milletvekilleri düzeyinde sürekli temas halinde olduk. Ama şunu da göz ardı etmememiz gerekir. Bu süreçte AK Parti elini taşın altına koyarken, sürekli eleştiriye maruz kalmıştır(...)Neticede bu sorunu çözmesi gereken iktidardır ama muhalefetin de destek vermesi gerekir.”

 

CHP’nin katkısı

Hüseyin Aygün’ün kaçırılması olayında da görüldü ki, CHP geçmişten çok farklı bir yere gelme potansiyeline sahip. Gerçi, Genel Başkan yardımcılarından Loğoğlu, “Onun görüşleri partiyi bağlamaz” şeklinde bir açıklama yaptı. CHP içindeki ulusalcı damardan gelebilecek tepkileri küçümseyemeyiz.

Önemli olan şu: Kılıçdaroğlu, Aygün’ün arkasında durdu. Zaten CHP’nin geniş bir kitlesinin de Aygün’e sahip çıktığı görüldü.

CHP’nin belki de atması gereken ilk adım, Başbakan’ın haziran görüşmesi sırasında “İki parti birlikte başlayalım” şeklinde yaptığı öneriyi yeniden canlandırmak olabilir.

Olumsuzluklarda yoğunlaşıp atılabilecek adımları unutmak, hepimiz için şanssızlık olur. CHP’nin net olmaması şu an bir olumsuz etken. BDP’nin arada kalmışlığını da buna ekleyebiliriz.

Ama umuda sarılmak zorundayız...

Silahların susması, çözüm, diyalog için...