Kuzey Bask’ta şirin bir kasaba olan Mauléon Kuzey Bask’ın üç bölgesinden birisi olan La Saule’ın başkenti. Bayonne’dan bindiğim iki saatlik otobüs yolculuğu ile her bir karesi bir tablo gibi duran yemyeşil dağlar, tepeler, küçük köy/komün ve kasabalardan geçerken gözlerim otobüsün camlarından çayırlar boyunca keyifle otlayan inekleri, atları, koyunları izliyor.

Paris’in bütün o karmaşa ve kalabalığından, ses ve ERKek kirliliğinden sonra doyasıya bir doğa şöleninde olmak insanı son derece mutlu ediyor. Paris’ten La Saule’a, köyüme bu kaçıncı yolculuğum bilmiyorum, ama her defasında Türkiye’de Kürt, Fransa’da Basklı olmanın, dağlara sevda ile durmanın, itirazların ile ‘başka olan hayat’ın peşinde olmanın patikasında çoğaldığımı düşünüyorum. Bu patikada buluştuğum insanların, güzel insanların, yürekli ve de anarşik insanların hikayelerini zaman zaman paylaşıyorum, çoğu zaman da kendi iç dünyama notlar ile ekliyorum.

Sizinle Basklı sanatçı Yohann Villanua’nın kısacık bir hikayesini paylaşacağım...

Mauléon Festivali için yaptığım yolculukta Yohann müzik grubu Daraçiye ile sahnedeydi. Kendisinin özgün yorumu ile Kürtçe ‘Lo Berde’ parçasını okumaya başladığında salonda bulunan birkaç Kürt ve de sevgili dostum, yoldaşım, yol arkadaşım Pınar Selek ile birlikte kendimizi sahnede gowend çekerken bulduk. Uzak bir ülkede, Kürdistan’a çok uzak bir ülkede sanatçı, şair, çoban Yohann Villanua’dan bu parçayı duymak bizleri ne çok mutlu etti anlatamam.

Soruyorum; “Yuhann bu parça nereden geliyor?” diye.

“Şanslıyım aynı zamanda. Zehra Doğan’ın, Aslı Erdoğan’ın yazıklarını okudum, Pınar Selek’in yazdıklarını okudum. Eléonore Fourniau ile müzik yaptım,” cevabını alıyorum.

Sonra devam ediyor Yohann; “Mauléon Kuzey Bask’ın küçük bir şehridir. Sınırdadır, sınırda olduğu için de göçmenlerin uğrak yeri, hem içinden geçtikleri ve hem de yaşadıkları. Çünkü Mauléon’da çok sanayi işletmesi var. Ayakkabı, espadril, peynir. Böyle olunca evet burada yaşayan bir Bask halkı var, ancak çalışmak için dağın öte yanından gelenler de var.“

Mauléon’daki festivale Fransızca Les Hirondelles, Baskça ise Enarak, yani kırlangıç ismini vermişlerdi. Göçen kuşlar metaforu üzerinden bu sene bu isim belirlenmiş. Bütün dünya kırlangıçları göçmen kuşlar olarak bilir.

 “Kış geliyor, kırlangıçlar Afrika’ya gidiyor” (L’hiver venu, les hirondelles s’en vont en Afrique) sözü Fransızca literatürde yer edinen ve gündelik hayatta da çok kullanılan bir cümle.

Soruyorum; “Yohann bize anlatır mısın başka neler yapıyorsun?”

“Çok iş yapıyorum. Yazın çobandım, sürüm ve köpeklerim ile dağdaydım. Şiir okumayı, yazmayı seviyorum, sahneyi, tiyatroyu seviyorum. Anadolu’yu az biraz tanıyorum, Nedim Gürsel, Orhan Pamuk, Pınar Selek, Aslı Erdoğan. Hem müzik için hem de literatür için” diyor.

“Dün sahnede seni muazzam şekilde Kürtçe ‘Lo Berde’ parçasını okurken izledik. Kürt müziği ile nasıl buluştun? Ve çok iyi söylüyordun” diyorum, şöyle yanıtlıyor: “Pay Basque’da Kürt arkadaşlarım var. Bayonne’da restoranları var, çok dinledim Kürtçe müziği. Bask müziği ve Kürt müziğinin yakın olduğunu düşünüyorum. Şanslıyım aynı zamanda. Zehra Doğan’ın, Aslı Erdoğan’ın yazıklarını okudum, Pınar Selek’in yazdıklarını okudum. Eléonore Fourniau ile müzik yaptım, o hem Kürtçe hem Türkçe müzik de yapar. Kürt sanatçı Haydar İsçen ile çalışıyorum. Dinleye dinleye zamanla başladım söylemeye. Ben bir öğrenciyim, ben sadece bir öğrenciyim ve öğrendim.”

Hayatın içinde buluşan diller, kültürler ve müzik kırlangıç kuşları misali kendisi için yol yapmaya devam ediyor. Bask’ın şirin kasabası Mauléon’da Basklı sanatçıdan Kürtçe ezgiler dinliyoruz, hayalimizi gerçek kılmak üzerine konuşuyoruz, bir dahakine neden Amed’de, Rojava’da Kürt sanatçılar Baskça ezgiler okumasın.

Biz hayallerimizi bu yakada gerçek kılmak için sözleşiyoruz, diğer yakaya elbette sesimizi ulaştıracağız.