Dersim (Tunceli) milletvekili Hüseyin Aygün’ün TBMM Başkanlığı’na verdiği dilekçe, Alevilik tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Aygün, Meclis’te cemevi açılmasını istiyor.
Hüseyin Aygün’le konuştum. İki ay önce cemevi talebinde bulunduğunu, 7 Temmuz’da cevap verildiğini söyledi. Anlattıkları özetle şöyle: “Meclis’teki milletvekillerinin yüzde 10’u Alevi. Meclisin binleri bulan çalışanları içinde de önemli oranda Alevi var. Bu nedenle cemevine ihtiyaç duyulduğu kanaatine vardım. (…) ‘Alevilik bir zenginlik, folklorik bir öğedir, İslam’ın içindedir, bu nedenle ibadet yeri de camidir’ diye cevap verildi. Bunu da Diyanet İşleri’nin görüşüne bakarak kararlaştırdıkları anlaşılıyor. Alevilik evet İslam dünyasının içindedir, ama ibadet biçimiyle, ibadethaneleriyle bir anlamda farklı bir dindir. Bunu İslam’ın dışında bir din diye yorumlamayın. Resmi İslam’a muhalif bir inanç diye yorumlamak gerekir. Benim yeni bir müstakil din yaratmak ne haddime...”
AK Parti’nin kurmayları ise bu kez daha açık konuştular. Bülent Arınç, arkasından Bozdağ’ın söylediklerine, Meclis Başkanlığı ve Diyanet İşleri’nin yorumları eklenince tablo tamamlandı. Tümünün özetini Başbakan Yardımcısı Bozdağ’ın sözlerinde bulabiliyoruz: “Müslümanların mabedi her zaman tektir. Müslümanların ortak mabedi camidir. Kendini Müslüman olarak hisseden herkes için geçerlidir bu. Bugüne kadar hiç kimse Alevi geleneğinden gelenler de dahil olmak üzere, camiden başka bir mabet söylememiştir.”

Cemevi Alevilerin tercihidir
Bozdağ ve diğer “AK Parti kurmayları”, genelde Sünni gelenekten kişiler… Çoğunluğu dindar insanlar. Peki bir siyasetçinin sadece kendi inanç biçimini, kendi “doğru”larını baz alarak toplumsal tanımlamalar yapması ne kadar sağlıklı?
Alevilerin önemli bir kesimi, kendini İslam içinde tanımlıyor. Şehirleşme ile birlikte bu oran artıyor. Ne olursa olsun, son yıllarda, Alevilerin şehirlerde yaygın şekilde cemevleri inşa etmeye başladığı bir gerçek. Cemevlerinde ibadet ediyorlar, semah yapıyorlar, cenazelerini kaldırıyorlar, çocuklarına geleneklerini öğretiyorlar.
Aleviler, yüzyıllarca Osmanlı’nın zulmünden kaçarak dağlara çekilmişlerdi. Cemevleri gizliydi ve yüksek dağların kuytu yerlerinde gizlice cem yaparlardı. Cumhuriyetle birlikte dergâhların kapatılması, onları iyice çaresiz bıraktı.
1993 Sivas katliamı bir dönüm noktası oldu. Aleviler yasal ve meşru alana çıktılar, kimlik mücadelesine başladılar. Bu, Alevi derneklerinin ve cemevlerinin yaygınlaşmasını da beraberinde getirdi.
Günümüzde kendisini İslam’ın içinde gören Alevilerin ne kadarı ibadet ve inançlarını (Bekir Bozdağ’ın düşündüğü gibi) camilerde, ne kadarı cemevlerinde gerçekleştiriyor? Uzmanlara sormaya gerek yok. Kendiniz cemevlerine giderek tabloyu görebilirsiniz.

Sünni fıkıhı Hanefi fıkıhı
Sünni fıkıhı, Hanefi fıkıhı; bu gibi konularda “açıklayıcı” olamaz. Çünkü Müslümanlık tanımlarının içinde Alevilik yoktur. Aleviliğe ilişkin sadece sonradan (zoraki şekilde) “bir zenginlik ve folklorik öğe” eklemesi yapılmıştır.
Hükümetin yapması gereken, Diyanet fetvaları peşinde koşmak değil, vatandaşların taleplerini dinleyip hizmet sunmaktır. Eğer milyonlarca vatandaş cemevini ibadet yeri olarak kabul ediyorsa, bu olguyu önyargısız bir şekilde değerlendirmek, siyasetin en doğal işlevidir.
Demokrasi; “insanlara ve inançlara şekil vermek” veya “doğru inanç şeklini tanımlamak” değil, bireyler kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa onları öyle kabul etmektir. En temel bir insan hakkı olan “inanç ve ibadet özgürlüğü”nün tam olarak benimsenmesi ve gereken maddi/manevi ortamın sağlanması, ancak bu şekilde mümkün olabilir.
Cemevleri, Ruhban Okulu, Süryanilerin Mor Gabriel Manastırı, Malatya Ermenilerinin “son dua evi” vb. dini mekânlarla ilgili tartışmaların hepsinde benzer yaklaşım sorunlarıyla karşı karşıyayız.
Ne kadar özgürlükçüsünüz, en çok buralarda sınanıyorsunuz...